“ATATÜRK’ÜN TORUNU MUSUN?”
Röportaj: Damla Kellecioğlu
Fotoğraf: Tolga Yıldız + Arşiv
Cumhuriyet düşüncesini benimsemiş efsane isimlerden, Atatürk’ün manevi kızı, yazar, tarihçi ve sosyolog Prof. Dr. Afet İnan’ın torunlarından Afet Derin İnan ve Peyman Serin İnan ile Cumhuriyet’in bugünü üzerine bir sohbet bu okuyacağınız. Çok umut verici diyemeyiz ama yol gösterici olduğu kesin.
Prof. Dr. Afet İnan, ömrünü tazecik Cumhuriyet’e adamış bir efsane. Ankara Üniversitesi DTCF’nin İnkılap Tarihi kürsüsü ve Türk Tarih Kurumu’nun kurucularından, sosyolog, tarihçi ve hepsinden önemlisi, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, başta kadının seçme ve seçilme hakkı olmak üzere kadın hakları alanında aktif çaba sarf etmiş bir Cumhuriyet kadını. Prof. Dr. Afet İnan, 1985’teki ölümüne dek dur durak bilmemiş, rivayete göre o an kızı Arı İnan ile düzenlemekte oldukları bir kitap üzerine çalışırken rahatsızlanıp bu dünyadan ayrılmış.
Onun mirası sadece kitaplarda ve müzelerde yaşamıyor. Torunları da tıpkı onun gibi çalışkan. Afet İnan’ın torunlarından mimar ve öğretim üyesi Dr. Derin İnan ve yaratıcı yapımcı ve yazar Serin İnan ile babaannelerini, dünyaya bakışlarını ve Cumhuriyet’ten aldıkları mirası konuşmak, hem Cumhuriyet’in aslında ne denli genç olduğunu idrak etmemizi sağlıyor hem de “yenilik” ve son günlerde dilimizden düşmeyen “Cumhuriyet” kavramını sorgulatıyor.
Derin İnan ve Serin İnan, bilginin çabayla erişildiği, çalışmanın ve üretmenin kıymetinin bilindiği, yerli üretime ve ürünlere değer verildiği için, bir dönem “Cola Turka” bile içilen bir ailede gerçek cumhuriyet değerleri ile, gerçek bir demokratik anlayış ile büyümüşler. Henüz 4-5 yaşlarındayken bile aile kararlarında oyları alınmış, fikirlerine saygı gösterilmiş.
Derin İnan, şu anda Afet İnan’ın eski evinde yaşıyor. Ailenin düzenli olarak kütüphane olarak kullandıkları bir daireleri var. Görüşmeyi yaptığımız sırada Serin İnan, Sadberk Hanım Müzesi’nin Abdülmecit Efendi Köşkü’nde sergilenen “Geçmişten Günümüze Cumhuriyet Giysileri” koleksiyonu ile ilgili olarak seyahate gittiği İstanbul’dan henüz dönmüştü. Koleksiyonda Afet İnan’ın giysileri de yer alıyor. İçlerinden biri, Atatürk tarafından bizzat tasarlanmış giysiler.
Cumhuriyet değerleri dendi mi torunların aklına bilginin kutsallığı ve üretme arzusu geliyor. Cumhuriyete ilişkin en çok kaygı duydukları şey ise, yeninin yarattığı erozyonla eskinin silinmeye yüz tutması.
Babaanneniz Afet İnan sadece tarih ve sosyoloji alanında çalışmakla kalmamış, kadınların oy kullanabilmesi ve kadın hakları alanında da pek çok çalışmaya imza atmış. Biraz da onun bıraktıklarından söz edelim. Babaannenizin bu çalışmalarının günümüzde Cumhuriyet’e yaptığı katkıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
D: Evet kadın hakları alanında önemli bir katkısı var Afet İnan’ın. Kadınların seçme ve seçilme hakları pek çok Avrupa ülkesinden önce Türkiye’de kanunlaşıyor. Afet İnan bu mesele için toplantılara katılıyor, konuşmalar yapıyor. İkna etmek için konuşma yaptığı insanlar da şapkalı, modern, Avrupai tipler değil, aralarında mollalar falan var. İşi zor yani.
S: Bence de öyle. Kadınların seçme ve seçilme hakkının birçok ülkeden daha önce bizim ülkemizde kazanılmış olması ve bunu babaannem gibi siyasetçi olmayan, sosyolog, tarihçi, akademisyen bir kadının katkılarıyla gerçekleşmiş olması benim açımdan inanılmaz gurur verici bir durum. Ama ülke açısından bu medeni başlangıç, maalesef üzerine daha çok özgürlük konarak ilerleyemedi. Aksine kazanılmış özgürlüklerin tehdit edildiğini ve çoğu zaman kaybedildiğini görüyoruz. Günümüzde pek çok kadın sokaklara dökülüp sesini duyurmaya çalışıyor ama başarılı olamıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmamız bu sağırlığın en büyük kanıtı bence. Siyasetçiler zaman zaman sağır olabiliyor ama kadın haklarının siyasetçilerin değil akademisyenlerin, sosyologların, toplumun nabzını tutanların konusu olması gerektiği kanısındayım.
“Kadın hakları siyasetçilerin değil akademisyenlerin, sosyologların, toplumun nabzını tutanların konusu olmalı”
Babaannenizin Cumhuriyet’in ilk yıllarına ilişkin anılarını dinleme şansınız oldu mu?
S: Babaannem Afet İnan’ı tanıdığımda ben çok küçüktüm, onun hakkındaki bilgilerimin çoğunu ailemden değil onun bizzat kaleme aldığı veya onun hakkında yazılan kitaplardan öğrendim. Babaannemden Atatürk’le ilgili bir anısını anlatması istendiğinde, kim olursa olsun, cevap olarak: “Ben bunların hepsini yazdım, açın, okuyun” dermiş. Bizim aileye işlemiş bir görüş bu. Bizde hiçbir bilgi kolay alınmazdı. Öyle gel otur kucağıma sana bir anımı anlatayım gibi bir durum hiç olmamıştır. Zaten babaannemin de öyle bir vakti olduğunu düşünmüyorum. Son nefesine kadar çalışmış, üretmiş bir insandı. Ölümünden beş dakika önceye kadar bir araştırma için çalışmaya devam ediyormuş, orada fenalaşmış.
D: Babaannem vefat ettiğinde ben ilkokuldaydım. Anılarımda onu çok disiplinli biri olarak hatırlıyorum. Onunla aynı bardağı kullanmak istediğimi, bazı konularda onunla zıtlaştığımı, bunun aramızda şakayla karışık çekişmelere sahne olduğunu çok iyi hatırlıyorum. İdealtepe’de bir evi vardı. O evdeki çalışma odasına, yatak odasına çok hayrandım. Mimarlığı seçmeme katkısı olmuştur. Fakat kişisel olarak, yaptığı çalışmalar bağlamında babaannemi daha sonra tanıdım diyebilirim. Yazdıklarını okumanın yanı sıra onun öğrencisi olmuş olan pek çok kişiye denk geldim. Ondan tarih dersi almış çok insan var. Aralarında babam gibi fizikçiler, doktorlar, avukatlar, pek çok farklı branşta eğitim almış kişiler de var. Çoğu insanda yer etmiş bir hoca olması benim babaannemi tanımamda ve anlamamda değişik bir perspektif kattı. Bir de tabii 20. yüzyılda Türkiye’de yaşadığınızı düşünün, üniversitede İnkılap Tarihi dersini doğrudan dönemin bizzat içinde bulunmuş birinden almak etkileyici olsa gerek.
Babaanneme ilişkin en çarpıcı hikaye yine mesleğimden uzak olmadığı için Piri Reis haritasının Topkapı’da keşfedilmesi galiba. Bu hikayeyi kitabında da anlatıyor. Harita, ustalar üzerinde yemek yerken keşfediliyor. Babaannem haritayı tarihi bir belge olarak alıp onun doğru koşullarda saklanması için girişimde bulunanlar arasında. Haritayı Atatürk’ün elinde gördüğü zamanı ve bu konudaki çalışmalarını kitabında anlatıyor. Harita hakkında bir kitap yazıyor, bir bakıma Piri Reis’in dünyaya tanıtılmasını sağlıyor… Tarihin diğer nesillere aktarımı için önemli bir adım diyebiliriz.
Peki sizin için Cumhuriyet değerlerini içselleştirmek sizin için bir öğreti miydi, doğal bir süreç miydi? Bu değerleri ne ölçüde sorguladınız?
D: Pek sorgulamadım sanırım, doğal bir süreç oldu diyebilirim.
S: Evet, biraz doğal bir süreçti. Mesela bizim evde demokrasi ben kendimi bildim bileli konuşulan ve uygulanan bir sistemdi. Ben 4-5 yaşlarımda bile ailecek verilecek bir karar hakkında oy kullandığımı, görüş bildirdiğimi ve buna aile büyükleri tarafından saygı duyulduğunu hatırlıyorum.
Öğreti kısmı ise okulun aksine bizde hep serbest bırakıldı. Atatürk hakkında veya çok zorunlu bir durum olmadıkça siyaset hakkında konuşulmazdı soframızda.
Babamların nesli, değişmeyecek, kazanılmış haklar gibi görmüş elde edilenleri. Ben bu rahatlığı biraz ona bağlıyorum. Ama bilgi her zaman etrafımızdaydı. Babaannemin sadece kitaplarla dolu bir evi vardı, babamın da aynı öyle. Biz o kütüphanelerin içinde büyüdük. Etrafımız her zaman bilgiyle çevriliydi. İsteyen açıp okur, öğrenirdi.
Böyle bir ailede, böyle bir kültürle büyüdükten sonra şu anki dünyada ve Türkiye’de yaşamak, çocuk büyütmek zor mu?
S: Aileden aldığımız kültür ve eğitim her şeyden önce ayaklarımızın küçük yaştan itibaren yere basmasını sağladı. Hiçbir zaman prenses muamelesi görmedik. Ben her koşula kolay adapte olurum mesela. Ama elbette Türkiye’de her gün daralan bireysel özgürlükler ve kadın hakları, beni, özellikle de bir kız çocuğu annesi olarak epey zorluyor. Bence çocuk büyütmek coğrafyadan bağımsız olarak zor bir iş. Fakat tabii ki az önce de bahsettiğim etkenler işin içine girince daha da zorlaşıyor.
D: Şu anda Türkiye’de yaşamak, özellikle belirli bir eğitimden geçmiş, belirli bir kültürel altyapıya sahip olan herkes için zor. Üniversitede öğretim üyesi olduğum için yeni nesilde de bu karamsarlığı gözlemliyorum ve bu durumu üzücü buluyorum. Türkiye bizim üniversite yıllarımızda yaşadığımız Türkiye’den farklı bir yerde. Kişisel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasından toplum kurumlarının işlevsizleştirilmesine birçok alandaki belirsizlik toplumsal bir güvensizlik ortamı yaratıyor. Son dakika kararlarıyla şekillenen böyle bir ortamda çocuk büyütmek de haliyle zorlaşıyor.
“Atatürk senin deden mi? Sen Atatürk’ün torunu musun?”
Çocuklarınıza aktarmaya çalıştığınız başlıca değer ne?
S: Benim bir kız, bir erkek ikizlerim var. O yüzden eşitlik konusu bizde çok temel bir kavram. Hiçbir zaman kız-erkek ayrımına gitmedik. Doğdukları günden itibaren, çocuklarımıza bütün farklılıklarına rağmen eşit olduklarını göstererek büyütmeye çalıştık, çalışıyoruz. Farklılıklarıyla birlikte eşitliği küçük yaştan benimsemiş çocukların, ileride, eşitlikçi ve özgürlükçü, Cumhuriyet’e yakışır bireyler olacağını düşünüyoruz. Umarım yanılmayız.
D: Benim bir oğlum var ve bizim ailede de eşitlik konusu önem verdiğimiz bir konu. Bir diğer önemsediğim konu da tarih bilinci. Yaşadığımız yerin tarihi, toplumun tarihi bunlar her biri çok katmanlı ve öğretici. Ben tarihin günlük hayatımızın parçası olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Belki de bu babaannemden miras aldığım bir özelliktir.
Siz küçükken babaannenizin kim olduğunu öğrenen çocuklar değişik tepkiler veriyor muydu?
S: “Atatürk senin deden mi?”, “Sen Atatürk’ün torunu musun?” gibi sorular çok geliyordu. Ben de her seferinde “Hayır, ben Afet İnan’ın torunuyum,” diye düzeltiyordum.
D: Özellikle öğretmenlerin derslerdeki tutumundan ötürü herhalde, yaşıtlarımızda da bir merak uyanıyordu. Bugün bu farkındalığın biraz daha az olduğunu gözlemliyorum. Afet İnan’ın kim olduğu, çocukluğumuzdaki ve gençliğimizdeki kadar bilinmiyor.
Hayatta Afet İnan’ın torunu olduğunuz için utandığınız, kendinizi kötü hissettiğiniz durumlar oldu mu?
S: Benim olmadı. Fakat bunu konuşulacak bir övünç kaynağı, böbürlenilecek bir şey olarak da görmedim. Aile içinde, Afet İnan’ın akrabası olduğundan sorulmadıkça söz etmemek gibi bir gelenek vardı. Yani biraz mütevazılık gibi. Babam da böyle yaşamış bunu. Bize de önce kendi yaptıklarımızla var olmamızın önemini öğretti.
D: Hiç utanmadım. Ama benim ikinci ismim Afet. Dediğim gibi, özellikle ortaokul ve lise yıllarında tarih öğretmenlerimin hemen dikkatini çekerdim. Yılın ilk tarih dersinde derhal sözlüye kaldırılır, inkılap tarihi konulu sorulara cevap vermek zorunda kalırdım. Verdiğim cevaplar da öğretmenlerimi hiç tatmin etmezdi!
Afet İnan’ın çalışmalarını ne ölçüde yaygınlaştırabiliyorsunuz?
D: Burada bir özeleştiri yapmamız gerekiyor. Afet İnan’ın ailesi olarak onun yaptığı çalışmaların bir bütün olarak görünürlük kazanması için yeterince girişimde bulunmadık. Bu bir müze de olabilir, dijital alanda da erişime açılabilir örneğin. Ancak çalışmaların bizden sonraki nesillere aktarılabilmesi için bir düzenleme yapmak şart. Babaannemin kitaplarını ilk ders verdiği Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne bağışladık, kadın hakları konusunda yapacağı bir konuşmada giymesi için Atatürk’ün bizzat tasarladığı kıyafet de dahil olmak üzere Cumhuriyet Dönemi giysileri ise Sadberk Hanım Müzesi’nde. Bunların dışındaki tüm belgeler, yazışmalar vb. ailede duruyor. Bu belgeleri araştırmacıların erişebileceği bir ortamda paylaşmamız gerek.
S: Evet, bunu sürekli düşünüyorum. Kuzenimiz Canan Aykent* ile de bunu sık sık konuşuyoruz. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına, toplumun adım adım değişimine tanıklık eden çok sayıda belgesi var babaannemin. Ayrıca çalışmalarını da tek bir çatı altında toplamak, araştırmacıların çok işine yarayacaktır. Cumhuriyet değişip dönüşürken, çıkış noktasını akılda tutmak önemli.
*Canan Aykent, Afet İnan’ın kızı Arı İnan’ın kızı. Vurmalı çalgılar sanatçısı.
Sizce Cumhuriyet ne demek ve tabii bir cumhuriyetin 100. yaşını kutlaması size ne ifade ediyor?
S: Bende hem gururlandırıcı hem de hüzün verici duygular uyandırıyor. Gururlandırıcı tarafı kısacık bir zamanda büyük emeklerle inşa edilmiş bir cumhuriyeti 100 yıldır öyle ya da böyle sürdürme çabamız. Hüzün uyandıran yanı ise şu: 100 yıl insanlık tarihinde çok kısa bir süre aslında ve bu kısacık sürede Cumhuriyet’in ve temsil ettiği değerlerin nasıl zarar gördüğünü, değersizleştirildiğini görmek.
D: Bence Cumhuriyet, Türkiye özelinde sadece bir rejim değişikliğinden çok daha fazla şey ifade ediyor. Çünkü sadece ülkenin rejimi değil, başkentinden, alfabesine, tarihinden yönetimine birçok şey değişiyor. 100 yıl da elbette önemli bir zaman dilimi, önemli bir tarihsel birikim. Bence pek çok alanda bu 100 yılda nelerin ilerleyebildiğine nelerin de tıkandığına bakmak gerekiyor. Her alanı genelleyerek değerlendirmek zor. Bazı alanlarda gelişmeler oluyor, bazı alanlardaysa tıkanıklıklar ve tekrarlar var.
Cumhuriyet yeniyi nasıl kucakladı?
S: Sanırım en büyük yanlışı yeni olan her şeyi modern saymakla yapıyoruz. Yenilik eşittir modernlik olmuyor maalesef. Şu anda Cumhuriyetimizin geri dönüşü olmayan bir yenileşme sürecinden geçmekte olduğunu düşünüyorum ve bunun sonucunun da bizi daha modern yapmayacağına inananlardanım. Cumhuriyet’in yerleştirmeye çalıştığı “biz” kavramı yerini hızla “ben”e bırakıyor. Bireyselleşiyoruz. Fakat salt birey odaklı bir toplumun da geleceğe hiçbir modern değer bırakamayacağını düşünüyorum. Özellikle küresel ısınmanın, iklim ve enerji krizinin eşiğinde bir dünyada…
D: Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı dünyada modernizm akımının da yükselmesine denk geliyor. Bu ikisinin dönemdaş olduğunu söyleyebiliriz. 20. yüzyılın başı sadece Türkiye’de değil dünyada da pek çok değişimin ve bu değişimle gelen modern düşüncenin ve yaşam tarzının hızla değiştiği bir dönem. Çok fazla yenilik oluyor. Bence o dönem Cumhuriyet ile birlikte gelen radikal değişim dünya genelinde yaşanan değişimleri yakalayabilme potansiyelini barındırıyor. Ama 100 yıllık süreçte bu modernizm ile tetiklenen değişime aynı oranda ayak uydurup uyduramadığımız konusu daha muallak sanırım. Modernite zamanla değişime ayak uydurabilmeyi öngörüyor. Ancak değişim derken her şeyin sil baştan değişmesi silinip üstüne yenisinin gelmesinden bahsetmiyorum. Ama sanki bizim toplumumuzda biraz da böyle bir gelişim yaşanıyor. Pek çok alanda bu böyle, yeni gelen mevcutta var olanı sürdürmek yerine onu bırakıp başka bir şeye geçiş yapmaya, dönüştürmeye daha çok odaklanıyor sanki. Bu politikada da böyle, mimari, teknoloji gibi farklı alanlarda da böyle. Ve bence bu durum, bilginin sürekliliğinde kesintilere de neden oluyor. Yani her değişim modernleşme sağlamıyor. Yenilik eskinin silinmesi gibi algılanıyor. Oysa eskinin yanına yeninin eklenmesi olabilmeli. Mesleğimden bir örnek vereyim. Ankara Kalesi, yapım tekniklerinin adım adım incelenebildiği bir dokuya sahipti. Son dönemde yapılan “sağlıklaştırma” çalışmaları bu yapım tekniklerine dair bilginin aktarımını önlemiş oldu.
“Cumhuriyet’in yerleştirmeye çalıştığı “biz” kavramı yerini hızla “ben”e bırakıyor.”
Bugün Cumhuriyet nerede?
S: Yerlerde. Bunun en büyük nedeni, bizim dönemimizde eğitimde benimsenen yanlış yöntemler bence. Cumhuriyet ve Atatürk kavramları bizim neslimize maalesef tam anlatılmadan, ezberletildi. Ben sınav odaklı yetişen bir nesilden geliyorum. Sınav odaklı sistemin, bizim düşünce yapımızı, potansiyelimizi, analitik düşünce becerimizi geliştirmek yerine baltaladığı, körelttiği kanısındayım. Belki biraz da bu yüzden, Cumhuriyet’e yeterince sahip çıkamadık. Çıkamıyoruz.
D: Cumhuriyet’e sahip çıkılabildiğini hiç düşünmüyorum. Ben mesleğim üzerinden örnek vereyim. Mimarlığımıza ve özellikle de Cumhuriyet mimarlığına hiçbir şekilde sahip çıkılmıyor. Bunun en önemli örneği belki de cumhuriyetin başkenti Ankara. Ankara kenti Cumhuriyet ile var olmuş ve Cumhuriyet dönemi mimarlığının ön planda olduğu ve aslında kentin kimliğini oluşturan yapıları barındıran bir kent. Ama bugün Cumhuriyet mirası olan, pek çok önemli yapının maalesef 100 yıl bile yaşayamadığını görüyoruz. Bu kentin hafızasında kocaman boşluklar oluşturuyor ve bir bakıma kenti kimliksizleştiriyor. Aynı durum, Cumhuriyet tarihinde sanayileşmenin simgelerinden, planlanarak geliştirilmiş Zonguldak için de geçerli. Sonuçta gelecek nesillere sağlıklı bir bilgi aktarım zemininin boşalması demek bu: kenti var eden pek çok unsur ya yıkılıyor, ya tahrip ediliyor ya da eskimeye, çürümeye bırakılıyor. Mimarlıkla ilgili bu saptamalar bence Cumhuriyet için de geçerli: Eğer değişim kontrol edilemez durumdaysa hiçbir şeye sahip çıkamazsınız.
Sizin Cumhuriyet’ten bizzat miras aldığınız şeyler oldu mu? Torunlara bir şey kaldı mı?
S: Manevi değerler ve bir yol haritası kaldı diyebilirim. Bu da sanırım birçoğumuz için geçerli.
D: Bence Cumhuriyet mirası gün geçtikçe azalıyor, eriyor. Politika da bunu tetikliyor. Biz de gün geçtikçe bundan olumsuz etkileniyoruz tabii. Torunlara torunlarımıza daha çok şey bırakabilmek bence önemli.
Genç cumhuriyetlerde, rejim sağlamlaşma gelgitleri yaşarken ilk etapta rejimin faydasını görenlerin çocuklarının hızla ülkeden gittikleri ya da doğrudan siyasete atıldıkları gözlemlenir. Sizin babanız gitmemiş, siyasetçi de olmamış.** Siz de öğrenim için bir süreyi yurt dışında geçirmişsiniz ama sonuçta hâlâ Ankara’dasınız. Kalma kararı öğrendiklerinizden, miras aldıklarınızdan mı kaynaklanıyor?
S: Kesinlikle öyle. Bunun tamamen aileden gelen bir şey olduğuna inanıyorum. Bizim ailedeki genel düşünce şudur: Şehir dışına veya yurtdışına sadece, bilgi görgü geliştirmek için çıkılır, sonrasında ülkene, şehrine geri döner ve bu bilgiler ışığında çevrene katkı sağlarsın. Hatta ben bir ara bir şehirden diğerine sürekli seyahat halindeydim. Babam, “Sokrates ne kuramlar geliştirmiş ama evinden uzaklaşmamış,” demişti.
Ankara’nın bir Cumhuriyet şehri olarak bizim ailede yeri başka. Fakat ilginçtir, üç nesildir Ankara’da olmamıza rağmen aileden hiç siyasetçi çıkmamış. Sanırım bunun en büyük sebebi de ailede akademiye olan sevgi. Ben hep yalnızca yarı zamanlı olarak akademide görev aldığımdan kendimi bunun biraz dışında tutarak konuşuyorum ama genele baktığınızda üç nesildir akademik alanda çalışan bir aileyiz.
D: Ben kendi adıma konuşursam, biraz yere bağlı olan bir insan olduğumu söyleyebilirim. Yaşadığım yer ile olan bağlarım benim için her zaman çok önemli olmuştur. Bugün Ankara’da yaşamakla kalmıyorum, aynı zamanda babaannemin son dönemlerinde yaşadığı dairede oturuyorum. Hemen yanımızda Afet İnan Parkı var. Bu tip bağlar benim için önemli. Çok azımız doğduğu evde oturmaya devam edebiliyoruz. Kent çok hızlı değişiyor, bu değişim kötü bir şey değil ama bazı değerlerin de devam etmesi gerekiyor. Ben bu mirasın içinde, çevresinde yaşadığıma çok mutluyum.
** Hacettepe Üniversitesi Yeni ve Temiz Enerji Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin kurucusu, akademisyen Prof. Dr. İsmail Demir İnan (1944-2014) fizik alanında çalışmıştır.
“Bizim ailede Cumhuriyet ile özdeşleşen belki de en büyük kavramlardan biri üretkenlikti. Üretmeden hak edemezdin.”
Aileden gelen, Cumhuriyetle özdeşleştirdiğiniz başka yaklaşım, değer vb. var mı? Vatana millete hayırlı olmanızı salık verdiler mi?
S: Kesinlikle verdiler. Hatta en çok verilen öğüt vatana millete hayırlı olmaktı diyebilirim. Bir şey Türk malıysa mesela onu tercih etmemizi söylerdi babam. Türk malı bir ürünün daha ucuz olmasına içerlerdi adeta. Zamanında Cola Turka bile içtik! Bir şeyin Türkiye’de üretilmiş olması kötü görülen bir şey olmadı asla. Bizim ailede Cumhuriyet ile özdeşleşen belki de en büyük kavramlardan biri üretkenlikti. Üretmeden hak edemezdin, mutlaka bir şey üretmen gerekirdi. Yazın öyle yan gelip yatamazdın mesela… Ya evin tamirat işleriyle uğraşırdın ya da mesleğine, ilgi alanına uygun bir proje üzerinde çalışman gerekirdi, tatilde. Bu sayede yaz tatili bittiğinde tatil yapmış olmanın yanında bir de ürettiğin, emek verdiğin bir proje ile ayrılırdın. Küçükken bana çok sıkıcı gelen bu zorunluluk, büyüdükçe tabii çok anlamlı ve faydalı oldu kendimi geliştirmemde.
D: Evet, o projeler o zamanlar sıkıcı gelirdi ama kişisel üretkenliğimize büyük katkı sağladı bence. İşe yaramak, boş durmamak önemliydi. Hiçbir şey yapmak istemeyenler de babamın bir sonraki projesinin asistanlığını üstlenirdi.
Babaannenizin yaşadığı dönemden okuduğunuz, dinlediğiniz kadarıyla özendiğiniz, kendi hayatınızda da olmasını isteyeceğiniz neler var?
S: Benim çocukluktan beri en çok özendiğim, o dönemde babaannemin etrafında yaşanan o muhteşem değişim ve gelişim. Elbette kendisi de bu değişimin ve gelişimin bir parçası ama onun dışında da ülkede her gün yeni ve medeni bir adım atılıyor. Buna tanıklık etmenin çok heyecan ve gurur verici olduğunu düşünüyorum. Umarım biz de Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında böyle duygular yaşayabiliriz.
D: Cumhuriyet’i kuran ve onun gelişimine katkıda bulunan neslin yaşadıkları elbette çok ilham verici. Birçok savaş görmüş, çok umutsuz zamanlardan, zorluklardan geçmeyi başarabilmiş ve bunların yanında yepyeni işlere imza atabilmiş bir nesil.
“Kadınlarımızın hikayelerini anlatmak, Cumhuriyet’i ve onun kazandırdıklarını göstermek için iyi bir yol.”
Cumhuriyet’in yaptığınız mesleklere etkisi nasıl olmuş?
D: Mimarlık alanı ve Cumhuriyet yakından ilişkili. Cumhuriyet anlayışı ve yaklaşımı, Türkiye’de bir dönemin mimari üretimini epey etkiliyor. Ben akademisyen olduğum için tarih, arşiv vb. bilgi kaynaklarının çok değerli olduğunu düşünüyorum ve bunlar beni besliyor.
S: Ben eşim Tolga Yıldız ile birlikte Ankara’da bir animasyon/film stüdyosu yönetiyorum ve aynı zamanda da ilk bilim kurgu kitabım üzerinde çalışıyorum. Sanırım öğrendiğini bir sonraki nesile anlatmak ve devamlı üretmek Cumhuriyet’in en büyük etkisi benim kariyerimde. Eğitim amaçlı çok fazla animasyon video yapıyoruz, yarı zamanlı olarak üniversitede animasyon dersi veriyorum. İşimizin yapısı gereği farklı yaşlardan ve milletlerden insanlarla sık sık işbirliği yapıyoruz. Emekle üretmek sanırım Cumhuriyet döneminin bize en büyük öğretisi. Biz projelerimizi, yapabileceğimiz en iyi şekilde yapıyoruz çünkü ürettiklerimizle var oluyoruz. Bu sayede de küresel pazarda var olabiliyoruz.
Cumhuriyet ile ilgili bir işe imza atma şansınız oldu mu? Böyle bir hayaliniz var mı? Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına şöyle bir şeyle imzamı atayım diyor musunuz?
D: Mesleğimle ilgili araştırmalar yapmayı önemsiyorum. Ama bunlara ek olarak babaannemin mirasının düzenlenmesi ve arşivin hem ilgilisi için hem de gençler için gezilebilen ziyaret edilebilen bir şekilde erişime açılmasının gelecek için önemli bir proje olacağını düşünüyorum.
S: Ben bugüne kadar Cumhuriyet ile ilgili çeşitli projelere dahil oldum. Bazıları hayata geçti bazıları geçemedi. Yazık ki Cumhuriyet ile ilgili işlerin siyasi yanı ya da siyasi taraflılığı diyeyim, daima yapılan işin niteliğinin önüne geçiyor. Bu da ya işin değerinden çalıyor ya da yaygınlaşmasına engel oluyor.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı için en büyük hayallerimizden biri Cumhuriyet kadınlarını anlatan bir dizi/film yapmak. Okumanın gitgide azaldığı bu dönemde görsel mecrada özellikle kadınlarımızın hikayelerini anlatmanın, Cumhuriyet’i ve onun kazandırdıklarını göstermek için iyi bir yol olacağını düşünüyorum.
Afet İnan’ın Atatürk tarafından tasarlanan kıyafetinin de sergilendiği Mâziden Âtiye Zarâfet sergisi Abdülmecid Efendi Köşkü’nde, pazartesi günleri hariç her gün 11.00-19.00 arası gezilebilir.
Afet İnan kimdir?
Atatürk’ün manevi kızlarından biri olan Prof. Dr. Afet İnan (1908 Doyran, Makedonya – 1985 Ankara) sosyolog ve tarihçidir. Türk kadınlarının seçme ve seçilme hakkı elde etmesi için sivil alanda girişimlerde bulunmuş, çeşitli konferanslarda konuşmacı olarak görev alarak bu konuda kamuoyu oluşturulmasına katkıda bulunmuştur.
Türk Tarih Kurumu’nun kurucularındandır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Türk Devrim Tarihi kürsüsünü kurmuştur. Ankara Üniversitesi’nde, Hacettepe Üniversitesi’nde, Ege Üniversitesi’nde ve Ankara Harp Okulu’nda dersler vermiştir. 1955-1979 arasında UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nda Türk Tarih Kurumu’nu temsil etmiştir.