CEREN VE MEHMET İLE SON ZAMANLARDA ÇOK KONUŞULAN SİDİKLİ KASABASI’NDAYIZ

Röportaj: Gümrah Şengün

Fotoğraf: Can Görkem

 

Günümüz sürdürülebilirlik tartışmasını hayali bir sistem kurgusu aracılığıyla sahneye taşıyan Tony ödüllü Broadway müzikali “Sidikli Kasabası” 11 yıl sonra tekrar sahnede ve sezon başından beri Zorlu PSM’de kapalı gişe oynuyor. Kayhan Berkin’in yönetmenliği ve modern uyarlaması, çarpıcı iklim krizi kurgusu, oyuncuların sahneden taşan enerjisi, samimi mizahı ve orkestranın usta müzikleri Sidikli Kasabası’nı eşsiz bir tiyatro tecrübesine dönüştürüyor. Sidikli Kasabası’nın optimist Hope Cladwell’i tiyatrocu ve müzisyen Ceren Gündoğdu ve aykırı karakter Bobby Strong’u oyuncu Mehmet Aykaç, etkileyici bir uyumla oyunun başrollerini paylaşıyor. İkili ile sohbet etmek üzere Bomonti’de lansman öncesi deneyim gecesini tasarladığımız mekanda buluşuyoruz. Ceren ve Mehmet’in gerçek hayattaki dostlukları, oyunculuk felsefeleri ve benzer hayat vizyonları aralarındaki bütün kimyayı açıklıyor. Oyunun hazırlık sürecinden bugüne Sidikli Kasabası maceralarını dinliyoruz.

 

 

Sidikli Kasabası Müzikali’nin yeniden sahneye dönüşü yazın başından beri bizim de gündemimizde. Provalarla dolu bir yaz, yoğun bir hazırlık süreci sonrası ortaya çıkardığınız ilk oyunu izlemek gerçekten çok keyifliydi. Müzikal, ülkemizde çok rağbet görmeyen ve pek de hakkıyla yapılmayan bir tür. Sidikli Kasabası odağına aldığı sürdürülebilirlik konusuyla da çok güçlü bir hikaye. Bu rolü kabul ederkenki düşünce ve duygularınızla başlayalım mı?

Mehmet: Oyunu ben daha önce izlememiştim, öyle bir şanssızlığım vardı ama oynandığı ile ilgili bilgiye sahiptim. Biraz araştırdım ve Bobby’nin dünyadaki en iyi yüz karakterden biri olduğunu gördüm. Bu ister istemez insanda aşırı heyecan oluşturuyor, bende oluşturdu. Ben klasik opera kazanmıştım ve okulu tamamlayamamıştım. Müzikal hep bir yerde beklediğim, böyle demlenmesini istediğim bir şeydi ve bu teklif geldiğinde ben koşulsuz, şartsız tamam dedim. Bu bir Broadway müzikali, 2000’li yıllarda orada oynamış ve daha sonra 2011’de Türkiye’ye gelmiş. Doruk’la konuşuyordum, metni okuyordum ve her şey harikaydı, o yüzden hayır demek imkansız oldu.

Ceren: Sidikli Kasabası kişisel hayatımda çok önemli bir yere sahip. Ben üniversite hayatım boyunca okul bitsin de yazdığım şarkıları yayınlamaya başlayayım hayaliyle okudum hep. Mezun olur olmaz, bir sene öncesinde Şehir Tiyatroları’nın Genç Günler Festivali’ne sınıf arkadaşlarımla beraber hazırladığımız Sidikli Kasabası’nın Devlet Tiyatroları’nda sahneleneceği haberini aldık. Benim aslında profesyonel hayatımda ilk sahne tecrübem Sidikli Kasabası’nda oynamak oldu. Belki kendi kişisel projelerimi ertelememe sebep oldu ama aslında ömür boyu yeri doldurulamayacak bir tecrübeye sebebiyet verdi. Hayatımda dönüm noktası olan ilk sahne tecrübemin on bir sene sonra karşıma çıkması; o süreçteki gelişimim, değişimim ve yeniden o karakteri bambaşka bir perspektifle ele almak… Benim için duygusal açıdan çok heyecan verici bir şey. Genelde müzikaller çok suya sabuna dokunmayan konular üzerinden dolaşır. Sidikli Kasabası’nın hem politik göndermeleri olması, iklim krizine selam çakarken işçilik, sosyolojik, bir takım irdelediği mevzular olması, yani hakikaten çok sert bir kapitalizm ve sistem eleştirisi içeren bir oyun olması da bizim için ayrıca özel. 

 

11 yıl önceki metin ile bugünkü modern versiyonu arasında nasıl bir fark var? 

Ceren: Tabii yönetmenin sahneye nasıl koymak istediği çok etkili oluyor bu sorunun cevabında. Sidikli Kasabası’nın ilk sahnelenmesinde yer alan Utku Güneş harika bir yönetmendi, onunla çalışmış olmaktan çok mutluyum. İlk tecrübemizi daha karikatürize bir yerden ele almıştı, karakterler daha gerçek dışıydı. Yönetmen Kayhan Berkin ile olan bu çalışmamız biraz daha gerçeğe yakın. Günlük hayatta karşımıza çıkan, kendi içimizdeki duygulara temas eden karakterlerden esinlendik diyebilirim. Hope’un gerçekten sahte olmayan, sevgiye ve her şeyin iyi olacağına dair sağlam bir inancı var. İçinden umuda hakikaten inanıyor. Uzun yıllardır hem sosyal medyada hem de kendi aramızda geyiğini yaptığımız bir şeydir ya sevginin gücüne, sevgiye inanmak. Bence aslında gerçekten güzel bir şey, Hope o konuda haklı. Sadece buna güzel bir eleştiri getiremediği için yani doğru bir muhalefet yapamadığı için o zaman dalga geçtiğim bu karakterin, şimdi otuz dört yaşında bir kadın olarak düşündüğümde aslında inandığı şeylere inanmakta pek çok haklı gerekçesi olduğunu görüyorum. Biz onunla dalga geçiyor olsak da Hope’u hafife almadan oynuyor olmak benim için işin püf noktası. Oyunun yeni uyarlamasında böyle hissediyorum. 

 

Mehmet, ilk defa bir tiyatro oyununda yer alıyorsun. İlk tecrübende böyle kilit bir rolde hem de bir Broadway müzikalinde yer almak nasıl bir his? Diziden tiyatroya geçmenin duygu olarak sende yarattığı bir fark var mı?

Mehmet: Biz Kayhan Hoca’yla ilk buluştuğumuzda benim kafamdaki tek şey benim kamera önü tecrübem ve orada başka bir minimal dengem olmasıydı. “Bu tiyatroda nasıl olur?” diye düşünüyordum. Gerçekten korkuyordum ama ilk deneyimim olmasına rağmen çok güzel reaksiyonlar aldım. O düzenlediğimiz yeni uyarlamanın gerçekçiliği bana aslında çok daha yakındı ve inandığım bir oyunculuk getirdi. O yüzden ben bunu tiyatro, sinema, hatta bağımsız televizyon diye ayırmanın çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Bir hikaye vardır ve ben o hikayeyi ne kadar gerçek anlattığım, karşıya ne kadar iyi geçirdiğimle ilgilenirim. Kayhan da yönetmen olarak bunu kesinlikle hayatının merkezinde tutan biri ve ben onunla çalışmaktan aşırı mutlu olacağımı zaten anlamıştım. 

 

Projenin doğru olduğunu hissettiğin o anı hatırlıyor musun?  

Mehmet: Genel akışı aldığımız zamanlarda anladım, oyunun çıkışına on beş gün kala gibi. Stresli bir durum ama tatlı bir stresten bahsediyorum. Televizyonda şöyle bir şey var, biz çok alışığız “hadi bir daha”ya. İyi olmaz, unutursun, dilin sürçer bir şey olur ama devam edersin. Tiyatroda böyle bir şey yok ve hem dans edip aynı zamanda şarkı söyleyip oyunculuk yapmak… Dans benim için hiç hayatımda olan bir şey değildi mesela. Şu an üçünün bir arada olması çok güzel bir tecrübe.  

 

Provalara başladığınızdan bu yana oyunun sahnelenmesine kadar uzun bir sürecin içindeydiniz. Tüm bu zaman boyunca duygu durumunuz nasıl değişti? 

Ceren: Bu süreci bir tek yaşayan bilir diye tarif edebilirim. Her yaratım süreci gibi çok yoğun duygular hissettiğim bir süreç oluyor. Zaman zaman stresli, zaman zaman kaygılı, çoğu zaman yaratımın bir parçası olduğun için böyle tutkulu, mutlu olduğun ve o duygu geçişlerinin çok sık olduğu bir dönem. O yorgunluğa rağmen de ortaya çıkacak şeyin ne kadar güzel olduğuna inandığın için motivasyonunu kaybetmiyorsun. Tabii ki güçlük yaşadığın anlar da oluyor, işte o noktada ekip arkadaşları çok önemli. Hiç beklemediğim bir anda ekip arkadaşlarımdan, partnerimden, yönetmenimden, çalıştığım kişiden, asistandan gelen güzel enerji düşmüş olan motivasyonumu yukarıya kaldırabiliyor. O yüzden hayata çok paralel buluyorum ve özellikle tiyatroda ekipçe o süreci yaşıyor olmak, sadece kendine odaklanmadan ekiptekilerin de nasıl hissettiğiyle empati kurarak ilerlemek düşsen bile kalkmanı kolaylaştırıyor.  

Mehmet: Tiyatro ile ilgili şöyle bir klişe var, “tiyatro başka bir disiplin gerektiriyor.” Bu cümleyi çok onaylamıyorum, o süreçte de bu cümleye yakın bir şey duydum ama bence her işte aynı disiplini ve özeni göstermek gerekiyor. Tiyatroda prova süreci sadece çok daha katı ve hep bir metin üzerinden tekrar etme meselesi var. Alışık olmadığım bir yerdi benim için ama daha çok sevdiğim, daha çok sahiplendiğim bir şey oldu. Ben hem dijitale, hem televizyona, hem de tiyatroya aynı anda koştum bu sürecin içerisinde. Hayatımda ilk defa dört ay hiç ara vermeden çalışarak geçirdim. Çok samimi bir şekilde şunu söyleyebilirim, benim çok düştüğüm an oldu, olduğunda da gerçekten herkes beni topladı. “İşin altından kalkabilir miyim?” kaygısı vardı, ben o konularda yersiz özgüveni yanlış buluyorum. Çok önemli bir metin, çok zor eserler var içerisinde ve orada kolektif olmak çok kıymetli. Ama o zorluk sanki bir anda her şeyi unutturdu ve o üç ay nasıl geçti bilmiyorum. “Oyun geldi ne yapacağız şimdi? Nasıl olacak?” lar başladı ama bence çok güzeldi. Her şey ona değiyor işte, o heyecan başka bir şey. 

 

Sizin için belki de başka bir zorluk, aşık bir çifti canlandırıyor olmanızdı. Aranızdaki sinerjiyi yakalamak için yaptığınız özel bir çalışma oldu mu?

Mehmet: Bizim bir ortak arkadaşımız vardı ve ben Ceren’i onların beraber yaptığı bir iş ile tanıdım aslında. Ceren’in sesi inanılmazdı ve ne yapıyor, neler söylüyor diye bakarken onların düeti çıktığında biz ekleştik Instagram’dan. Ara ara, küçük küçük sohbetlerimiz oluyordu, beraber bir iş yapmalıyız diye konuşuyorduk. Sonra bu iş dönüp dolaştı, partnerliğe kadar geldi. Bir gün Miray aradı beni dedi ki “Ceren var, o Hope’u oynayacak ve Bobby diye bir karakter var. Bunların bir dengesi var ve bir “Sidikli” dünyası var.” Bu olduktan sonra biz hep beraber gidip geldik, evlerimiz de yakındı. Yemeklerimizi, kahvaltılarımızı beraber yaptık, bütün aralarımızı birlikte geçirdik. 10-11 saatin üzerinde prova aldığımız günler oluyordu ve çoğu zaman fazladan vaktimiz olmuyorsa öncesinde ve sonrasında birimizin evinde buluşup yine çalışıyorduk. 

CEREN: İkimizde de o konuda inanılmaz bir disiplin vardı. Sahne arkasında da, hayatta da hiçbir şeyin zorlama bir şekilde olabileceğine inanmıyorum. Bazen o elektrik tutar ya da tutmaz. Biz tanıştığımız andan itibaren birbirimizi çok sevdik iki arkadaş olarak ve o birbirimizi seviyor olmanın enerjisi, güzelliği bir şekilde sahnede oynadığımız karakterlere de sirayet etti. Hissedilen şey de o, her oyundan sonra hakikaten o uyumla ilgili hep yorum alıyoruz. 

 

 

Madem öyle özel bir sorum var. Oyundaki karakterleriniz gibi siz de hayatınızda hiç olmayacak birine aşık oldunuz mu? 

Mehmet: Onu sonra anlamışsındır, hayat öyledir bence. Önce aşık olursun, sonra “Ben olmayacak birine aşık olmuşum” dersin. Ben dedim yani mesela böyle birine.  

Ceren: Bugün sabah bir yerde okudum, çok hoşuma gitti: Dünyada en yaygın olan ama ona rağmen en kendine özgü olan duygu aşk. O duygular şarkı yazımını, yorumculuğunu, belki oynadığım karakterin hikaye anlatırkenki duygularını çok besleyen şeyler. Yaşarken, kalbin kırılırken öyle bakmıyorsun tabii ki ama bizim gibi insanların bence her türlü duyguyu yaşamış olması, temas etmiş olması onları çok daha farklı ele almasını sağlıyor. 

 

“Şimdi öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bu kadar beğenilmenin ve onaylanmanın artık arşa çıktığı, her şeyin bunu tetiklediği bir dönemde sevgi bence artık hayatımızda daha çok “sevgi almak” olarak var. Hep alma tarafındayız ama tiyatrodan bahsederken dediğim gibi, o alışveriş çok önemli. Keza sevgiyi sadece almaya değil vermeye de odaklandığımız noktada, belki o zaman hakikaten ‘sevgi kazanacak’ sözünün altını doldurabiliriz diye düşünüyorum.”

Ceren Gündoğdu

 

Mehmet, senin şarkı yazarlığı yaptığını bilmiyordum.

Mehmet: Şimdi otuz bir yaşındayım, yıllardır yazıyorum ama hep bir şeyi bekledim. O beklediğim şeyin ne olduğunu bilmiyorum, onu da arıyorum hâlâ. Müzik hayatıma bu müzikalle başlamanın çok kıymeti var. Ben bir on yıl beklemeyi tercih ettim ve demlendi orası, dünyam değişti. Hayata bakış açım da değişti, sözlerim de değişti. Belki o yazdığım şarkılar duracak bir köşede ve yeni bir şarkı yazılacak ama dediğim gibi bu bir kıvılcım oldu ve kıvılcımın bu olmasından aşırı mutluyum. 

 

Peki Ceren, Hope Cladwell karakteri hakkındaki düşüncelerin neler? Hope gibi sen de “sevgi”nin her şeyi çözebileceğine inanıyor musun? Aslında daha ilk soru ile beraber sevgiye inancını dile getirmiştin ama tekrar sormak istiyorum.

Ceren: Evet, inanıyorum. Kesinlikle sevginin kazanacağına inanıyorum günün sonunda. Zaten başka ne kazanabilir ki hayatta, başka ne çözüm olabilir ki? Yerine muadil başka bir kelime, başka bir duygu durumu, daha güçlü bir şey koyamıyorum. Ona gerçekten inanıyor olmak, yani suni bir yerden bakmak değil de onu içselleştirmek, onu hakikaten hissedebilmek… Şimdi öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bu kadar beğenilmenin ve onaylanmanın artık arşa çıktığı, her şeyin bunu tetiklediği bir dönemde sevgi bence artık hayatımızda daha çok “sevgi almak” olarak var. Hep alma tarafındayız ama tiyatrodan bahsederken dediğim gibi, o alışveriş çok önemli. Keza sevgiyi sadece almaya değil vermeye de odaklandığımız noktada, belki o zaman hakikaten “sevgi kazanacak” sözünün altını doldurabiliriz diye düşünüyorum. 

 

 

Mehmet, karakterden çıkıp Bobby’e uzaktan baktığında, ona karşı ne hissediyorsun? Kendine yakın bulduğun bir karakter mi?

Mehmet: Ben insanın içerisinde bir defa her şeyin olduğuna inanıyorum. Yani bu sadece hayatın veya çevrendeki insanların neyi tetiklediği ya da senin neyi açığa çıkartmak istediğin ile alakalı. Kontrollü bir insan olabilirsin, kontrolsüz olabilirsin. Bunların hepsinin insana özgü olduğunu düşünüyorum, öteki şekilde düşünmenin de kendini kandırmak olduğuna inanıyorum. O yüzden Bobby çok kıymetli, dünyasıyla dokusuyla. Ben kendi hayatımda da biraz öyleyimdir, elimi taşın altına koyarım. Güçlü yürürüm, ayaklarımın daha yere sağlam bastığı anlardan hoşlanırım. Belki de o beni Bobby’e kadar getirdi, çünkü bu bir ruh meselesi. İnanmadığım bir şeyin içerisinde kolay kolay olmam, inanmadığım bir şeyi de oyuncu olarak oynayamam, gerçekten çok zordur. Oyuncu her şeyi oynar evet ama inandığında daha başka olur. O yüzden Bobby hem çok yakın hem çok uzak. Hepsini içinde barındırıyor bence. 

 

“Ben insanın içerisinde bir defa her şeyin olduğuna inanıyorum. Yani bu sadece hayatın veya çevrendeki insanların neyi tetiklediği ya da senin neyi açığa çıkartmak istediğin ile alakalı. Kontrollü bir insan olabilirsin, kontrolsüz olabilirsin. Bunların hepsinin insana özgü olduğunu düşünüyorum, öteki şekilde düşünmenin de kendini kandırmak olduğuna inanıyorum. O yüzden Bobby çok kıymetli, dünyasıyla dokusuyla.”

Mehmet Aykaç

 

 

Bobby’nin sana bir şeyler kattığını düşünüyor musun hiç?  

Mehmet: Bobby’nin karakterinde olan o dinamik bence insanın hayatında hep olmalı. Yani o kararlılık, pes etmeme, yürüme hali. “Hadi bakalım silkelen, kendine gel” ya da “Bıraktığın şeyleri, ertelediğin şeyleri hayata geçir” diyen bir denge oluşturdu içimde Bobby. Bir arkadaşımın beni tutup “Hadi Mehmet şu arkada bıraktığın, sevdiğin şeyleri yap” ya da “Abi olmasa da olur” dediği anlar vardır bazen. Bobby’nin böyle bir etkisi var bende. O yüzden Bobby ile Mehmet kesinlikle iç içe ama yine de profesyonel hayatta ondan çok da etkilenmiyor olmak gerekiyor. Ben hep söylüyorum bunu; çok güzel bir kostüm giy, onu sahiplen ama gerektiği zaman da çıkarıp yeniden yerine asmayı bilmelisin. Bilmelisin çünkü her zaman bu karakteri oynamıyorsun.

 

 

 

 

 

Oyunun kendisi gibi ortaya konuşunda da kontrastlar olduğunu söylemek mümkün; çok genç bir yapımcı ekibi, Settar Tanrıöğen ve Füsun Demirel gibi duayen oyuncular, Kayhan Berkin gibi usta bir yönetmen ve Murat Kodallı yönetiminde orkestra. Bütün bunların yanı sıra iletişiminden ortaya konuşuna yenilikçi bir bakış açısı. Bunun oyunun başarısına olan etkisini nasıl yorumlarsınız? 

Ceren: Ekipteki herkesi bir yapboz parçası gibi düşünecek olursak, gerçekten herkes başka bir fonksiyonu yerine getiriyor ve bir parça olmazsa o yapboz tamamlanmaz. Hakikaten herkes görevini en iyi şekilde yerine getirdiği, oyunun iyi çıkması için uğraştığı, o motivasyonla emek harcadığı için iyi bir şey çıkabiliyor. Aksi takdirde zaten iyi bir iş çıkmıyor bence. Çok şanslıyız böyle güzel insanlarla birlikte sahneyi paylaştığımız için, dediğin gibi yönetmenimiz, koreografımız, direktörümüz, yapımcılar… Aslında işin başarısı doğru pozisyonlara doğru kişileri koyma kararının alınmasıyla ortaya çıkıyor. Bir keki yaparken içine koyduğun yağ, şeker, un, yani hammadde iyiyse son ürün de iyi çıkıyor. Ya hakikaten çok güzel bir ekip olduk, nicelerine diyelim. 

Mehmet: Kayhan Hoca bütün ekibin bir arada olduğu zamanlarda hep en küçüğü ve en yeni kişiyi sorar. Mesela ekipte en küçüğümüz olan asistan bir arkadaşımız vardı ve son kararların çoğunu ona sorduğumuz anlar oluyordu. Ya da en büyüğe soruluyordu. Öyle bir denge kurduk ki herkesin onayından geçmeden metin bile revize olmadı ve böyle ilerlediğimiz için bence çok samimi bir sonuç çıktı ortaya. Ekipte herkes gerçekten işinde çok iyi zaten, birçok başarılı insan var ama bunların hepsinin enerjisini aynı yerde toplamayı yönetmenin başarısı olarak düşünüyorum. Hiçbir şey yapmadan da çok başarılı bir yönetmen olabilirsin. Bazen sadece kendini iyi düşünen, iyi birey olan, kendisini geliştirmiş insanlara teslim etmek çok kıymetlidir ve birçok insanın başaramadığı şey de bu. Ben o konuda Kayhan’a aşırı saygı duyuyorum ve çok seviyorum. 

 

Müzikalin günümüz küresel kuraklık haberleri ve sürdürülebilirlik pazarlama taktikleri arasında yerini nerede görüyorsunuz? İzleyicilerin bu konular üzerine nasıl bir düşünceyle ayrılmasını istersiniz oyundan?

Mehmet: Ben artık insanların bu konuda aşırı bilinçli olduğunu düşünüyorum. Sadece bazen birinin gelip sana bir kez daha dokunup onu hatırlatması gerekiyor. O tetikleyici unsur eğer bizim oyunsa ben çok mutlu olurum bunun bir parçası olmaktan. Gündemimiz ile ilgili hiçbir şeyin kimsenin gözünden kaçtığını düşünmüyorum ama biz bir kez daha “hadi buna dikkat edelim” diyoruz. Mesela Bobby’nin dengesi de o: “Hadi bir olalım. Hadi birlikte olalım. Yapabiliriz, yapalım.” Oyun bu farkındalık konusunda bir kıvılcım görevi görüyor.  

Ceren: Bilmek ve o bilgiyi aksiyona geçirmek arasında çok önemli bir fark var. Yani günümüz dünyasında bilgiye erişim sınırsız derecede kolay. Hele geçirdiğimiz pandemi sürecinin ardından küresel ısınmayla, iklim kriziyle, sürdürülebilirlikle ilgili o kadar fazla bilgi dönüyor ki. Biz on bir sene önce başladığımızda, oyuna ütopik bir senaryo gibi bakılıyordu. Ama şu an ülkenin gündemini, dünyanın küresel duygu durumunu düşündüğünde farkına varıyorsun ki bu senaryo artık o kadar da ütopik değil. Artık lugatımızda “Bir nefes aldığımız için para ödemiyoruz” gibi laflar var, dolayısıyla on bir sene önce daha komik ve uzak gelen şey maalesef ki şu anda daha gerçekçi. Bu eleştirinin umarım sadece izleyenlerin değil, bizim de hayatımızda aksiyonlarımızla ufacık da olsa bir değişime gitmemizde itici bir güç olur. 

 

 

Türkiye’de son yıllarda tiyatroya artan ilgiyi, seyirciyi, konan oyunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mehmet: Ben tabii ki önceden de takip ediyordum, fırsat buldukça tiyatro oyunları izliyordum. Çok müzikal olmadığından da dert yanıyordum hatta. Ben gerçekten de bu kadar fazla izlendiğini ve ülkenin bu kadar müzikal talep ediyor olduğundan haberdar değilmişim. Öncelikle bizim salonumuzun hep dolu olması aşırı kıymetli, çok mutlu ediyor ve gururlandırıyor beni. Ama aynı zamanda Zorlu PSM’den girişimizde ve çıkışımızda o insan sayısını görmek veya gittiğim bütün oyunlarda hep dolu salon görmek beni aşırı mutlu etti. Yani demek ki hâlâ çok salona, çok oyuna, çok müzikale ihtiyacımız var, demek ki biz bunu talep ediyoruz.  

 

İlk oyunun sonunda Kayhan’ın teşekkür konuşması çok güzeldi. “Türkiye’de başka salonlar, başka tiyatrolar da var. Hepsini ziyaret edin.” demişti.

Mehmet: Aynen kesinlikle doğru. Şöyle bir şey söylemişti, konforlu salonlarda oyun izlemek çok güzel ama her yerdeyiz. Mesela biz izliyoruz Ceren’le. Geçenlerde Kayhan’ın bir oyununu başka bir salonda izledik, o da inanılmazdı. Gerçekten ne almak istediğinle, nerede, nasıl hissettiğin ile alakalı, salonun veya koltuğun hiçbir önemi yok. Hep söyleriz ya nerede olduğunun önemi yok, çok sevdiğin dostlarınla birlikteysen orası çok güzeldir. Sanat bunu bir üst seviyeye daha taşıyan bir şey. 

Ceren: İnsanların zihninden geçenleri, kalbinden geçenleri aktarabilmesi için daha gerçek bir aracı yok bence tiyatrodan, müzikten, resimden. Her zaman da o gerçek performansa olan ilgi var olacak, çünkü orada bir şey paylaşılıyor. Ben de bir dinleyici olarak, izleyici olarak gerçekten bir oyunu, bir müzikali, bir konseri izlediğim, dinlediğim zaman bambaşka bir şey deneyimlemiş oluyorum. Daha büyük prodüksiyonların, daha çok rol ve müzikalin sahnelenmeye başlanması çok umut verici. Yani Türkiye’de belki çok fazla Broadway müzikali yok, bir şeyleri taşlamak, eleştirmek de çok kolay. Ama biz yapmaya devam ettikçe, belki o zaman Londra’daki gibi aynı anda kırk tane müzikal birden oynamaya başlayacak, o zaman öyle bir kültür gelişecek. O yüzden elini taşın altına koyan bütün yönetmen, yapımcı, oyuncu, herkes çok kıymetli. Küçük sahnelerde sahnelenen oyunları da izlemek, takip etmek çok önemli. Bunun bilincinde olup bütün üreten insanların ismini takdir etmek lazım diye düşünüyorum. 

 

 

Sidikli Kasabası Müzikali tüm sezon boyunca Zorlu PSM’de oynanmaya devam edecek. 

#komünitecalling Sayısını Okumaya Devam Et