EMİR TAHA İLE KÖKLERE YOLCULUK

Röportaj: İdil Meşe

Fotoğraf: Hasan Kuyucu Stilist: Dilara Kırşanlı

 

 

Londra’da yaşayıp üretimde bulunan ve yakın zamanda Universal Music Group ile yolları birleştirmiş, neslinin yenilikçi şarkı yazarlarından Emir Taha ile iki müzisyen sohbet ettik. Emir’le yeni teklisi Kalp Çare Arar’ı konuşurken, müzikal dünyasının yanı sıra, gündelik hayatında nasıl biri olduğuna dair ipuçları da keşfettik. 

 

 

İdil Meşe: Kalp Çare Arar’ı dinlemek çok keyifliydi. Türk müziğini biraz lo-fi, biraz da çağdaş trip hop alt yapısıyla harmanlayıp çok kültürlü ve çok katmanlı bir prodüksiyon ortaya koydun. Sound günümüz müziğine göre oldukça organik duyuluyor. Hatta verse’lerde Hint müziği tınıları bile duydum. Şaşırtıcıydı. Şarkı yazım sürecinde Pablo Bowman ve Sia, Diplo, Labrinth gibi isimlerle de çalışan Detonate ile çalışmışsın. Şarkının son haline geliş yolculuğunu ve stüdyo sürecini, birlikte çalışma deneyiminizi merak ediyorum. Şarkılar nasıl bir ortamda ortaya çıktı?

Emir Taha: Hint etkisini kimse belirtmemişti, ben de o kulakla dinleyeceğim şimdi (güler). Parça şu şekilde çıktı. Pablo, ben ve Detonate üçümüz yazdık bu şarkıyı. Ben şu an Brixton’da yaşıyorum ve buradaki evimizde üçümüz beraber yaşıyoruz. Ben Pablo, Jay Moon ve Danny, dört müzisyen bir evde yaşıyoruz. Üst katta da, çatı katı, küçük bir ev stüdyomuz var. Geçen Temmuz bir gün bir session’ımız oldu, Detonate geldi. Daha önce de çalışmıştık onunla, Part 1’deki Cold parçasını beraber yapmıştık. O sırada da, şu an bakıyorum hatta, odamda bir bağlama vardı. Aslında Kuzey Londra’da bir bağlama atölyesi buldum. Orda Aydın abi ile tanışıp bayram seyran zamanlarında ona gider oldum, ailesiyle de tanıştım bu zamanlarda özellikle, çok iyi geldi. Beraber bağlama yapıyoruz, aynı zamanda çalmayı da öğretirken, ordan gelişen bir ilgi oldu. Odamda duran bağlamayı da o ödünç vermişti. Session günü bağlamayı görünce yukarıya çıkarayım belki şarkılardan birine girer diye düşündüm. Pablo gitarı eline aldı, ben bağlamayla o riff’i çalmaya başladım, bütün şarkı riff’in etrafında oluştu diyebilirim. Detonate Labrinth’le sıklıkla çalışıyor, ikisi bana şunu anlatırdı. Londra’da Türk komünitesi oldukça büyük olduğu için, ikisi de küçükken Kuzey Londra’da yaşıyorlarmış ve beraber büyümüşler, ve Türk müziğini çok dinlemişler bu süreçte. O yüzden Detonate’in de öyle bir bağı var. Anadolu rock ve Anadolu psych’ın çok seviyor, büyük fanı. Öyle olunca ben ona bazı şarkılar dinletiyordum, bir tane loop pack buldu, Anatolian groove’la, o onu yükledi arkaya ve synthesizer’a geçti, ben bağlamada, Pablo gitarda, şarkı melodisi yavaş yavaş oluşmaya başladı. 

 

 

İdil: O halde öncelikle şarkının alt yapısı ortaya çıkmaya başladı, sonra sen üstüne söz yazdın. Bir grup sinerjisi oluştu.

Emir: Kesinlikle. Ben genel olarak yalnız olduğumda fikirleri yazarım, sonra stüdyoya götürürüm. Ama genel olarak o fikirleri hep B planı, yani beni düştüğümde kurtaracak bir net olarak görüyorum. Fikirlerimi hem telefona, hem deftere not alıyorum.

 

“Klipte, baskı ve kaybolma hissini vermek istedik”

 

İdil: Peki kalbin en çok neyin çaresini arıyor? Şarkının hikayesini yazarken neyden ilham aldın, hangi duygularda gezindin?

Emir: Yazdığım zaman, vize başvurusu zamanlarında, artık his olarak zaten buraya artık zincirlenmiş olma hissi vardı üstümde. Belki pasaportum olsa o an kafam hemen gitmezdi Türkiye’ye ama yine de o his, sanki burada kaldım hissi, o zaman dinlediğim şeyler, tabi gurbet türküleri falan dinliyorum ama belki o acının onda birini bile çekmiyorum, o gurbet yarasına bakınca, onların ne kadar derin şeyler olduğunu, ben de yeni yeni anladım bu süreçten sonra. Evimi, arkadaşlarımı, ailemi çok çok özlediğim bir dönemdi, biraz duygularımda kaybolmuş hissediyordum. Burada çok anlaşılmıyor hissediyordum. Burada sonuçta yaşadığım arkadaşlarımla ana dilimi konuşmuyorum. Öyle olunca tam anlatamıyorum ve tam anlaşılamıyorum, artık enerjimin bittiği zamanda tutunma çabasından ilham aldım diyeyim. Hani yüzüne bir gülüş koyup aslında hayata devam etme, bi şekilde ilerleme. 

 

İdil: Bu gerçekten böyle, ben de mesela New York’ta yaşarken böyle hissetmiştim. Daha önce Almanya’da yaşıyordum ve bir zamanlar da Kuzey İrlanda’da ama o zamanlar böyle çok eğleniyordum, keyifliydim. Ne zaman ki insan zorluğa düşüyor, uzun süre kalması gerekiyor, o dönüşüm sürecinde hakikaten birçok duygu ortaya çıkıyor ve gerçekten anlattıklarınla çok bağlantı kurdum. New York’a gidene kadar hep İngilizce sözlü şarkılar yazıyordum, New York’tan sonra full Türkçe şarkılar yazmaya başladım. 

Emir: O kadar ilginç ki mesela bunu söylemen! Ben de geçen bunu söyledim burada. Kalp Çare Arar aslında çok trajikomik bir olay çünkü ben buraya geldim ve Universal ile imzaladım işte ve herkes benden artık Avrupa-centric şeyler bekliyor, ben ise yüzde sekseni Türkçe, bağlamalı bi parçayı Single yapıyorum. 

 

İdil: Stratejik olarak mı yapıyorsun bilmiyorum ama YouTube kanalında çoğunlukla ses kayıtlarını paylaşıyorsun, audio dosyaları var genelde ve son şarkında oldukça dikkat çekici görsel bir dile sahip bir kliple dinleyicilerinle buluştun. Kalp Çare Arar’ın klip sürecinden bahsedebilir misin?

Emir: Ben genel olarak görsel dünyamda, her şeyde biraz kontrol sahibi olmak istiyorum. Özellikle burada çalıştığım, Türkiye’de değilim şu an, Londra’da çalıştığım insanlarla da genel olarak kültürümü içine eklediğim videolar yapıyorum. Kalp Çare Arar’da böyle değildi, o yüzden daha rahat hissettim ama diğer videolarda kültürü masaya getiren kişi tek ben olduğum için, orada çok daha tedbirli olmam gerekiyor. Özellikle sevdiğim yerlerini getirmem gerekiyor, bunun sorumluluğu full bende oluyor, orda kesinlikle zorlanıyorum çünkü bensiz de olmasını istemiyorum projenin. Bu klipte biraz daha rahattım çünkü aslında vermek istediğim duygu belliydi. Duygularımda karmaşık olma durumu, video’da aynı literal meaning olarak değil de, biraz daha aslında ben kulüpteyim, bir yerden bir yere gidiyorum ve belki anxiety’lerim, insecurity’lerim durmadan beni avlamaya çalışıyor. O baskı, kaybolma hissini vermek istedik. O şekilde oluştu. Freddie Wright adlı bir yönetmendi çalıştığımız.

 

İdil: Daha klipler yapacak mısın yoksa daha böyle audio release gibi mi gidecek? Başka görsel projelerin var mı?

Emir: Kesinlikle, kesinlikle var. Covid zamanından dolayı elimden geldiğince bir şeyler yapmaya çalıştım, belki görmüşsündür. Kendine Gel’i falan, hatta karantinada evimde Instagram’dan bir video yapmıştık, elimden geldikçe yapıyorum fırsatım oldukça. Seviyorum çünkü müziğin etrafında bir şeyler üretmeyi. Belki daha çok visual olarak enteresan şeylerle dolu, storyline’sız videolar olabilir, estetik olarak daha ilgi çekici olan. Ama kesinlikle daha fazla videolar gelecek.

 

İdil: İngiltere’de yaşayıp müzik üretmek nasıl bi yolculuk? Zorlandığın zamanlar oluyor mu diyeceğim ama oluyormuş, ama iyi ki dediğin anlar da oluyordur heralde. Oradaki deneyiminden bahsedebilir misin?

Emir: Tabii, gerçekten dünya insanı gibi hissettiğim nadir yerlerden biri burası. Zaten binlerce kültürün olduğu yer, zaten yaşadığım yer Brixton, 60’larda Karayipler’den gelinmiş, inanılmaz bir kültür oluşmuş, her tarafta kültür olan bir yer. Mesela ben Amerika’da da yaşadım iki sene, kendim için değil, başkalarına şarkı yazdığım bir dönem oldu. Londra’da evde gibi hissettiğim kadar hiç hissetmedim Amerika’da. Çünkü burada dediğim gibi bağlama atölyesine gidebiliyorum, burada bir komünite var, evimde gibi hissedebileceğim. Biraz Berlin’e benziyor bir bakıma, o yüzden Londra’yı çok seviyorum, müzik yaptığım, 18 yaşından beri stüdyoya girdiğim arkadaşlarımla şimdi beraber yaşıyorum. O yüzden burası ev gibi oldu diyebilirim bir bakıma.

 

“Korkmamalı insanlar denemekten. Çünkü bu musluk gibi bir şey. Açtığınızda ilk çamurlu su geliyor akıyor akıyor, sonra berraklaşıyor ama herkesin çamurlu suyu bir çıkarması gerekiyor. O yüzden yazmaya devam.”

 

İdil: 20’li yaşlarının başında müziğinden bahsettirmeyi başardın, devam da ediyorsun. Kendi şarkılarını yazıp söylemeye başlamış, yayınlamaya karar vermiş ve müziğini global sahneye taşımak isteyen sanatçılara kendi deneyiminden yola çıkarak neler önerebilirsin?

Emir: Şöyle, benim için mesela gözümün açıldığı bir an vardı, o an da Kendine Gel’i yazdığımız gündü. Kendine Gel gününde ben şöyle dememiştim, ya hadi Türkçe de, İngilizce de koyalım böyle olsun, bugünkü session gibi bir karar alarak girmemiştik işe, aslında ben sanki yıllardır Türkçe söyleyeceğim yerlerde kendime geçişi bloke edip İngilizce söylüyordum ya da bu şarkı tamamen Türkçe olmalı diyip kendime kurallar koymuştum. Kendilerine geçişlere izin vermelerini tavsiye edebilirim. Hiçbir şeyden korkmamayı… Mesela şu an atıyorum, nazar boncuğu diyelim. 10 sene önce aslında ne kadar babaanne, dantel bir unsur gibi görülüyorken, şu an aslında popüler kültürün çok büyük bir parçası oldu “evil eye”. O yüzden aslında bazı şeylerden, üzerindeki algıdan yola çıkmayıp, kendin ne düşünüyorsun bununla ilgili, bunu sorgula. Sana garip gelen şeyleri de yap, her köşeyi dene ve bir yerde o doğru hissin geldiği zaman, onu daha çok yap diyebilirim yani tavsiye olarak. Ama korkmamalı insanlar denemekten. Çünkü bu musluk gibi bir şey. Açtığınızda ilk çamurlu su geliyor akıyor akıyor, sonra berraklaşıyor ama herkesin çamurlu suyu bir çıkarması gerekiyor. O yüzden yazmaya devam.

 

İdil: Seni daha yakından tanımak isteyen bir insanla bir gün geçirecek olsan, nerelere götürürdün, ne yapardınız birlikte?

Emir: Neler yapardık ya açıkçası bu aralar hayatım o kadar sıkıcı ki birilerine ne gösterirdim bilmiyorum, tek yaptığım şey müzik şu an. Dışarı falan da çıktığım yok. Stüdyoya davet eder, güzel bir yer ayarlardım ona. Büyük ihtimalle büyük zamanı stüdyoda geçirirdik. Burada bir bilardo pub bulduk, her akşam gittiğimiz, oraya giderdik, güzel bir bilardo oynardık. Londra’da olsak Gordon’s Wine Bar diye bi yer var gittiğim, oraya giderdik belki bir şarap içerdik. Yemeğe de Green Lanes’e gidip Antepliler restoranında güzel bir yemek yerdik.

 

İdil: Harikaymış. Turkish London experience!

Emir: Aynen öyle! O kadar ilginç ki ben olsam buraya hiç geldiniz mi bilmiyorum ama burada Green Lanes’de Türkiye’de hiç görülmemiş şeyler de var. Antepliler restoranında mesela bir tarafta kebap, bi taraf sırf döner ve bi taraf sadece künefe odaklı, orda sadece künefe yiyorsun.

 

 

View this post on Instagram

 

A post shared by emir taha (@emirtaha)

 

İdil: Şarkılarının yanı sıra imajın da aslında dinleyicilerinin çok beğenisini topluyor, hem sokak stiline hakim bi imajın var, etnik detaylarla tamamlıyorsun. Gardrobunda olmazsa olmazın nedir?

Emir: Söyleyeyim, Go to outfit’im tamamen şu. Kanada’da ikinci el bir kayak giyim mağazasında bulduğum bol bir siyah eşofman altım var, onu çok seviyorum çok rahat. Benim aslında “go to outfit’im” bu Kalp Çare Arar’ın kapağında olan şeyler. Siyah bucket hat’imi alırım, adidas sarı siyah ceketimi giyerim, işte tamam. O ben olurum yani.

 

İdil: Son zamanlarda kendi jenerasyonundan seni müzikal olarak heyecanlandıran sanatçılar var mı, kimlerdir bu kişiler?

Emir: Türkiye’den Ezhel’i çok seviyorum, umarım Berlin’e gittiğimde de görüşürüz onla ya da o gelirse buraya. Lin Pesto’yu seviyorum, başka yenilerden mesela Seda Erciyes’i seviyorum, o iyi. Rap’ten Baneva’yı ve Şam’ı seviyorum. Baby Keem’in bence yeni albümü çok iyi, Brockhampton’ı çok seviyorum, hatta bu akşam bir konserleri var ve bu akşam son konserleri, grup olarak ayrılacaklar, son konserlerini yapıyorlar. Belki gidebilirim, bakacağım.

Başka kim var… Bir tane yeni birini buldum, onu söyleyeceğim, telefondan bakıyorum ismine, sizler de hatta bakın artist playlist’i çok ilginç. İlginç bir ismi vardı. Yeule! Yeule diye birisi, 3 boyutlu dijital bir artist gibi ama aynı zamanda gerçek birisi. Yani sound dizaynı falan da çok iyi albümün, son albümünü dinleyin. 

 

İdil: Prodüktör olarak beğendiğin kimler var?

Emir: Tainy diye birisi var LA’da, Rosalia ve The Weeknd’in yeni şarkısını produce eden.

 

İdil: Ne şarkı ya hakikaten.

Emir: Harika değil mi?

 

İdil: Ateş ediyor.

Emir: İnanılmaz. The Weeknd’in melodisi de ilginç yani o girişi falan, altyapısı da çok iyi. Hatta o yüzden Tainy’e Kalp Çare Arar’ı gönderdik çıkmadan iki ay önce falan, çok sevmişti. LA’ye gittiğimizde belki birlikte gireriz stüdyoya. Al Shux diye birisi var, çok seviyorum ama benim favori prodüktörüm Jay Moon ve hemen aşağı katımda.

 

İdil: Dünyada herhangi bir müzisyenle bir proje, işbirliği yapma şansın olsaydı bu kim olurdu?

Emir: Kendrick diyorum.

 

“Barış Manço bana çok ilham ve heyecan veriyor”

 

İdil: Müzik yolculuğunu en çok etkileyen, daha çok üretmeye teşvik eden bir anını paylaşabilir misin? Geçmişini düşündüğünde, böyle “bu beni etkiledi” dediğin bir müzikal bir olay?

Emir: İlk başta beni müziğe yönlendiren, bunu rahatlıkla söyleyebilirim, Barış Manço. Gerçekten benim dinleyerek büyüdüğüm insan. Aynı zamanda bence Türkiye’den nadir sanatçılardan birisi çünkü onun sırf müziği, değil aslında düşüncesi… Müziğe, düşüncelerini aktarabildiği bi kanal olarak bakmış her zaman ve etrafında bir dünya kurmuş. Giyimiyle kuşamıyla olsun, şarkılarıyla, mesela şarkıları var ya kol düğmeleri, domates biber patlıcan, kendi kriterine kurduğu anlamlarla bir dünya sunuyor. Bana çok ilham ve heyecan veriyor, onları dinledikçe mesela şu an bile albümlerini dinledikçe yaa diyorum. Mesela 2023 albümünde “2023 yılında kaya gibi biri gelecek” diyo acaba diyorum o ben miyim… (gülüyor) Ben mi acaba ayak izinden yürüyorum onun falan filan. O bana çok ilham veriyor diyebilirim. Her dinlediğimde küçüklüğümden beri çok heyecanlandırıyor ve müzik yapmaya teşvik ediyor beni.

 

İdil: Emir Taha dinleyicilerini yakın gelecekte ne bekliyor?

Emir: Yakın gelecekte yeni müzik bekliyor. Bu arada vizemin çıktığı haberi geldi, elime ulaşacak kartım, o yüzden ay sonu Türkiye’ye geliyorum. Şey istiyorum, formatını henüz bulamadım, nasıl yaparım bilmiyorum ama sadece ben ve gitar, insanlarla buluşup küçük show’lar yapmak ama show demek istemiyorum ismine. Sadece beraber olabileceğimiz böyle yerler diyeyim. Şimdiye kadar olan her şeyi ben bir ekran üzerinden gördüm. Şarkılar çıktığından beri bir kere bile duymadım, şarkının adını veya birilerinin nasıl işte bağlandığını ona. Bir çiğ köftecide duydum İstiklal’de. O an bir mutlu oldum ama tek isteğim şu an en yakın zamanda insanlarla buluşabilmek, bağlanabilmek, küçük show’lar. Haziran’da belki yavaş yavaş festivaller… Bu yaza doğru Türkiye’de büyük bir show da yaparız diye tahmin ediyorum.

 

Nº3 Adaptasyon Sayısını Okumaya Devam Et