GERÇEKLE SANALIN BULANIKLAŞAN SINIRINDA GİYİNMEK

Görsel: The Fabricant

Dijital tasarımlar, “gerçek” tekstillerin sağlamadığı bir esneklikle gerçeklikle gerçeküstü/dışı arasında gidip gelen bir evren sunuyor. Gerçek dünyayla pek aramızın olmadığı şu zamanlarda, fiziksel kanunlarla sınırlanmamışken, fırsattan istifade boyut değiştirmemek neden ki?

Yazı: Eda Çakmak | 5 Nisan 2021

İnsan, kaçınılmaz olarak, görülen bir varlık. Nasıl görüldüğümüzü hayatımız boyunca birçok şekilde kurguluyoruz. Saç kesimleri, kıyafetler, makyaj, aksesuarlar, dövmeler, piercing’ler, estetik ameliyatlar… Nasıl algılandığımız konusunda belirleyici bir gücümüz olmasa da –istemli ya da istemsiz olarak– nasıl görüldüğümüz konusunda her gün onlarca minik karar alıyoruz.

Son yıllarda bu görünürlük, gittikçe daha büyük bir hızla fiziksel mekandan dijitale kaymaya başlamıştı. 2020’nin büyük bir bölümünde insanlığın büyük bir kısmının evlerine kapanıp, iletişimleri için bu dijital alana muhtaç kalmaları bu kaymayı çığ boyutlarına taşıdı.

Instagram’ın ilk yıllarında “selfie”, burun kıvrılan, kendini beğenmiş bir azınlığa has görülen bir eylemken, aradan geçen yıllarda telefonunun ön kamerasını arada sırada da olsa kendine çevirmeyen kalmadı sayılır – hele ki selfie paylaşanları yadırgamak artık pek kimsenin aklından geçmiyor. Sadece fotoğraf çekip paylaşmak için giyinip süslenmek, dil şaklatılıp göz devrilen bir eylem olmaktan çıktı; zira birlikte yaşadıklarımız dışında kimseyle görüşemeden geçirdiğimiz uzun günler, filmlerde henüz hayalet olduğunu idrak edemeyen karakterlerin “neden kimse beni görmüyor” buhranlarına benzer ruh hallerine itti bizi. Evden çalışanlar olarak kendimizi biraz olsun insan gibi hissetmek için, günlerce içinden çıkmadığımız pijama ve eşofmanlarımızı sıyırıp “dışarı” kıyafetlerimizi içeride giydiğimizde; ya da sırf özlediğimiz için markete giderken en sevdiğimiz elbiseleri kuşandığımızda, bu durumu, fotoğrafımızı çekip dünyayla paylaşarak kutladık. Zoom toplantıları için gömleklerimizi giydik ve arka planımızı değiştirdik. Birbirimizin yüzünün Instagram hikayelerindeki filtreler olmadan nasıl göründüğünü unuttuk.

İletişim bilgilerimizi kaptırdığımız büyük küçük bütün markalardan “ev rahatlığı koleksiyonumuzu deneyin!” tadında mesajlar yağdı. Pijama ve eşofman koleksiyonlarımız önce güncellendi, sonra vazgeçilmezimiz oldu. Paparazzi fotoğraflarında ünlülerin eşofman şıklığı övüldü. Diğer yandan, ödül törenlerinde giyilen tuvaletler ve topuklu ayakkabılar evlerde giyildi, bahçelere serilen kırmızı halıların üzerinde fotoğraflar çekildi.

Film festivalleri, konserler, konferanslar, arkadaş toplanmaları, bayram ziyaretleri -her şey, her zaman olduğundan çok dijitale taşındı. Birbirimizden çok uzaklaşıp temas özleminden kavrulurken, bir yandan da her şeyin her yerde olmasıyla garip bir şekilde yakınlaştı. Bir sene öncesine kadar dışarı çıkarken yapılan bir eylem, bir hazırlık, belirgin bir geçiş aşaması olan “giyinme” eyleminin sınırları bulanıklaştı. Bir davranışın alışkanlık haline gelmesi için 21 gün geçmesi gerektiği söylenir, kaç tane 21 gün geçti?

Bu davranışlar birden bire ortaya çıkan şeyler değil, pandemiye özel icat edilen şeyler değil. Çevrimiçi toplantılar, sosyal platformlardan canlı yayınlar, interaktif metodlar, bunlar bir süredir gelişmekteydi –değişen şey, bunların elzem bir hale gelmesi ve adeta “işte yıllardır bu günler için hazırlanıyorduk!” dercesine bir anlam kazanmasıydı.

Moda sektörünün pandemiyle sınanması esnasında ortaya çıkan renkli görüntüler için de benzer şeyler söylenebilir. Sosyal medyada hayli aktif olan bu sektör, dijitalin sunduğu yeni metodlarla bir süredir flört ediyor. Google ve online mağaza Zalando, bir yapay zekaya moda tasarımı yaptırma deneyi olana Project Muze’u 2016’da sunmuştu. Artık erişimde olmayan projenin sitesi, birkaç basit seçenek ve ekrana yapılan bir karalamadan yola çıkarak, kullanıcıdan ilham aldığını iddia eden bir tasarım üretiyordu.

Yine 2016’da, henüz bir yapay zeka olduğu iddia edilen CGI influencer Lil Miquela’nın Instagram hesabı açıldı. Daha sonra bir şirket, Miquela’nın yaratıcısı ve sosyal medya hesaplarının yöneticisi olduğunu açıklayacaktı. 3 milyona yakın takipçisiyle hayli başarılı bir girişim olduğu aşikar Miquela’nın hesabına ilk denk geldiğimde yaşadığım kafa karışıklığını hala hatırlıyorum, şimdiyse benzeri dijital influencer hesapları sık sık karşımıza çıkan bir şey. Sanal bedenlerine “gerçek” kıyafetler giyen bu grubun başlıca örneklerinden bir başkası, “dünyanın ilk dijital süpermodeli” bio’suyla karşımıza çıkan Shudu Gram. Miquela’nın hesabı ne kadar herhangi bir influencer’ın fotoğraflarına, pozlarına benzer içeriklerle doluysa, Shudu’nunki de bir modelin vereceği pozlar ve görsel estetikle donatılmış. Türün bir başka örneği de, ilk iki örneğin alabildiğine gerçekçi görüntüsüne kontrastla, insan boyutlarında bir oyuncak bebeği andıran orantıları ve devasa gözleriyle Noonoori. Profilinde “Dijital karakter, aktivist, vegan.” sözcükleriyle tanımlanan Noonoori, dünyanın en büyük mankenlik ajanslarından biri olan IMG Models tarafından temsil ediliyor.

Madalyonun öbür tarafında, gerçek bedenlere giyilen sanal kıyafetler var. Bu fenomen ise ilk olarak 2018’de Carlings markasıyla karşıma çıkmıştı. Marka, sosyal medyada görünmek için kullanılan kıyafetlerin bir kere kullanılıp, elden çıkartılmasına cevaben tamamen dijital ürünlerden oluşan, fiziksel bir yansıması olmayan tasarımlar piyasaya sürmüştü. Web sitesinden satın aldığınız kıyafetler, yüklediğiniz fotoğrafa “giydirilerek” gönderiliyordu. 2019’da “dünyanın ilk dijital couture tasarımı”, hayır kurumları yararına yapılan bir açık arttırmada 9.500$’a satıldı. Bu satışı yapan Hollandalı marka The Fabricant -sadece dijital tasarımlar yapan ilk moda evi– 2018’de animasyon sanatçısı Kerry Murphy tarafından kurulmuş. İlham kaynağı ise, mezuniyet projesi tamamen dijital tasarımlardan oluşan moda öğrencisi Amber Sloteen. Şimdi The Fabricant’ta tasarımcı olarak çalışan Sloteen, “ben bir milennial’ım, aynı anda dijital ve fiziksel mekanlarda büyüdüm. Fakat bizden sonraki kuşak, artık fiziksel olanla dijital olan arasındaki farkı görmüyor bile.” diyor. Genç tasarımcı, bir noktada teknolojik gelişmelerin, bu dünyaları ayırt edilemez hale getireceğine inanıyor; Sloteen’e göre haptic geri bildirim içeren kıyafetlerle sanal gerçeklik, gerçek dünyaya benzer hale gelecek.[1] Tarif ettiği şey, distopik animelerden fırlamışa benziyor; fakat her geçen gün akıl almaz senaryoların bir tanesinin daha gerçekleştiği güncel gerçekliğimizde buna inanmamak büyük cüret istiyor.

Dijital tasarımlar, “gerçek” tekstillerin sağlamadığı bir esneklikle gerçeklikle gerçeküstü/dışı arasında gidip gelen bir evren sunuyor. Gerçek dünyayla pek aramızın olmadığı şu zamanlarda, fiziksel kanunlarla sınırlanmamışken, fırsattan istifade boyut değiştirmemek neden ki? The Fabricant’ın çeşitli projeleri, gerçekçilikle hayal dünyası arasında gidip geliyor; kimi tasarımlarda beden üstüne mükemmel oturmuş bir parçanın kumaşının hareketlerini takip ederken, Buffalo London’la yapılan işbirliğindeki tasarımda ayakkabılardan alevler fışkırdığını görüyoruz. Dijital tasarım yapan bir başka marka olan Tribute’un tasarımlarıysa daha da cüretkar. Parlak, neon görüntüdeki kıyafetler, giydirildiği bedenler üzerinde oldukça ikna edici duruyor, tek bir farkla, kullanılan malzemeler daha önce en uçuk defilelerde dahi gördüğümüz hiçbir malzemeye benzemiyor. Göz gördüğünü kabul ediyor, ancak beyin insanı burada “doğal” olmayan bir şeyler olduğuna dair uyarıyor.

Bu pratikte de, kimsenin hiçbir yere gitmeyip, eşofman harici bir şey giymediği 2020’de taşlar yerine oturuyor. Bir lüks tüketim ürünü olarak dijital moda, ana akıma erişir mi? Bilmiyorum. Ancak suratlarımıza taktığımız filtrelerin bütün sosyal medya platformlarında norm haline geldiği şu günümüzde, bunun bir versiyonunun kendine yer edebileceğini hayal etmek zor değil. Çocukluğumuzun kağıt bebekleri gibi, Sims oynar gibi kendini giydirmenin cazibesine kim hayır diyebilir? Cüzdanıma kan ağlatmayan bir alternatifi çıktığında ben hiç tereddüt etmeyeceğim, onu biliyorum.

Ana akım moda, pandemi sürecinde hayli fiziksel bir sektör olarak kendisini sanal bir gerçeklikte bulduğundan, bir orta nokta bulma yarışına girişildi. Çoğunlukla video formatında, canlı yayınla gerçekleştirilen defilelerde açık, “sosyal mesafeli” alanlar kapışıldı, kuklalardan sanal gerçekliğe birçok yaratıcı element yardıma koştu. Sıradan defilelerde ön sıraları kaplayan yüzler, her birine atanmış büyük ekran televizyonlarda podyumun kenarında gövde gösterisi yaptılar. Balenciaga’nın son koleksiyonu, browser üzerinden oynanabilen bir oyunla, tamamen dijital bir ortama yerleştirilmiş gerçek mankenlerle ve fantastik bir senaryoyla sunuldu.

Fantastik bir radyoaktif kaza haricinde, kaçınılmaz bir şekilde “görülen” varlıklar olan biz insanlar, bu yöndeki evrimsel ihtiyacımızı karşılamak üzere şartlara adapte olmaya devam ediyoruz. Sınırlar bulanıklaşmaya; fiziksel olan dijital, dijital olan fiziksele yaklaşmaya devam ediyor ve bu ikisi tamamen birbiri içinde kaybolana kadar duracağına inanmak için hiçbir sebep yok.


[1] https://www.dezeen.com/2020/10/23/virtual-fashion-amber-jae-slooten-the-fabricant/

Nº3 Adaptasyon Sayısını Okumaya Devam Et