ORALI OLMAK
Röportaj: Heja Bozyel
Fotoğraf: Zeynep Fırat + YUNT arşivi
Bir şehri “memleket” yapan nedir? Nedir bizi oturduğumuz sokaklara bağlayan, “oralı” yapan? Kaldırımlardaki hangi taşların su sıçrattığını ezberlememiz mi? Köşedeki ağacın sonbaharda çok güzel olduğunu bilip yapraklarının sararmasını heyecanla beklememiz mi? Büyük marketten alışveriş yapınca, evin çaprazındaki esnafa karşı mahcup hissederek geçmemiz mi?
Bir şehri memleket yapan onunla kurduğumuz bağlar, onun bize öğrettikleri, hissettirdikleri değilse nedir? O yüzden değil mi başka şehre/ülkeye göçenlerin “memleket hasreti”? Aklımda bu sorularla varıyorum Sultanbeyli’deki YUNT’a.
Yirmi yıldır git-gellerle, terk edip geri dönmelerle yaşadığım şehirde, İstanbul’da hiç gitmediğim semtlerden biri. Hiç yolum düşmedi. İçinden geçmişimdir elbette ama farkında değildim. Benim Sultanbeyli’ye hiç gitmemiş olmam, Sultanbeyli’deki bir kişinin Moda’ya, Taksim’e hiç gitmemiş olması ile hem çok aynı hem de çok farklı. Çünkü “şehir” bizi kendi sokaklarımıza mahkum ediyor çoğu zaman. Yolumuzun ötesine gitmek için belli bir cazibe, bir havuç gerekiyor. Sultanbeyli’de bu yoktu benim için. Ya da öyle sanıyordum, YUNT ile tanışana ve şehrin sınırlarını yeniden (yeniden yeniden) sorgulayana kadar.
Kabul ediyorum, bu semtin tarihini, Aydos Kalesi’ni, göleti, İnsan ve Şehir Akademisi’ni bilmemek benim ayıbım. Ya da belki de İstanbul’u sadece deniz ve denize yakın çevre semtlerden ibaret görenlerin ayıbı. Bu şehrin bize sunacaklarını, hatırlatacaklarını, sürprizlerini hesaba katmadan gittiğim YUNT, muhtemelen daha önce hiçbir sanat galerisinden içeri girmemiş kişilerin yaşadığı yüksek apartmanların arasında bir galeri. Bu apartmanlarda yaşayanların bir galeriye hiç gitmemiş, modern sanatla tanışmamış olmaları benim Sultanbeyli’yi tanımamamdan daha büyük bir ayıp ama bu onların ayıbı değil elbette. Sanatı belli bir kesime aitmiş ve bu kesimi de halktan, gelenek göreneklerden kopukmuş gibi yansıtan, sanatı desteklemeyen hükümetlerin ayıbı. İnsanların duygularını harekete geçiren her şeyden korktukları gibi, sanattan korkmaları da kaçınılmaz, onlar da haklı.
Neyse ki bu şehrin tüm o kaba, can sıkıcı ve sana kendini “yanlış” hissettiren kalabalığı arasında bir kişi çıkıp bir anda bizi hiç görmediğimiz yerlere götürebiliyor. Benim ve Sultanbeyli’nin hikâyesinde bu kişi, Muratcan Sabuncu oldu. Yakın tarihe kadar bir at çiftliği olan bir alanı bir galeriye ve sanatla tanışma/buluşma noktasına çeviren YUNT, Muratcan Sabuncu’nun bireysel çalışmaları ile doğmuş. Mekânın sanat danışmanlığında ise Sergen Şehitoğlu var.
“Bugün eskiyi düşünerek yazılıyor. O zaman da bugünü elden kaçırıyorsun.”
Kentsel dönüşümle apartmanlar ve alışveriş bölgesine dönüşen eski at çiftliğinin yoğun insan trafiği olan bir köşesinde yer alan YUNT, Emre Zeytinoğlu küratörlüğündeki ilk sergisinde “Şehir Nerede” diye soruyor. Emre Zeytinoğlu, sergiyi oluştururken eserlerden ziyade sanatçıları düşünmüş ve aklına ilk gelen sanatçılardan onay alıp, onlardan kendi eserlerini seçmelerini istemiş. Bu sayede her sanatçı aslında sergiye kendi fikri ile katılmış.
Sanatla etkileşimi demokratikleştirmek amacı ile yola çıkan YUNT, İstanbul’un sadece Galata’dan, Teşvikiye’den ibaret olmadığının altını çiziyor. “Şehrin merkezi” neresi sorusunu tartıştmaya açan sergi, buna cevap olarak “Tek merkez yok” diyor. Emre Zeytinoğlu şehir, özellikle İstanbul konusu açıldığı zaman herkesin eskiyi yâd etmesinden dem vuruyor: “Bugün eskiyi düşünerek yazılıyor. O zaman da bugünü elden kaçırıyorsun.”
Tam olarak son senelerde aklımda dönen düşüncelere cevap olan bu sözünü not ediyorum. Kent hafızasından bahsediyoruz, kenti korumaktan bahsediyoruz ama değişim de kentin hafızasının bir parçası değil mi? Salah Birsel de ta 1976’da “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” kitabını yazmış, biz her 10 senede bir “Aaah aaah o eski Beyoğlu” diyoruz mesela… Belki de değişimi kabullenmenin vaktidir. “Ben 68 senedir burada yaşıyorum, bir rahat nefes alamadık” diyor Emre Zeytionoğlu.
O sırada baba-oğul olduğunu tahmin ettiğim bir adamla 9 yaşlarındaki çocuğu geçiyor galeri önünden. Çocuk babasının kolunu çekiştirerek içeri bakıyor. Baba bakıyor ama anında gözlerini kaçırıyor. Baba hızla ilerlerken çocuğun başı arkaya dönük, galeriyi incelemeye devam ediyor. Yani galeri aslında üç yanı camlarla kaplı hali ile içeri girmeyeni de içeri alıyor ve ilk adımda amacına ulaşıyor.
“Eski İstanbul’u biliyorum, o zaman da bir şeye benzemezdi” diyerek sözüne devam ediyor Emre Zeytinoğlu, ben baba-oğlu izlerken. “Her yerde bir karakter var sanıyoruz ama aslında her yerde başka bir şey kaynıyor…”
Galeride sadece sergiler olmayacak. Kendi sanatçılarını üretecek olan YUNT, Sultanbeyli’nin gençleri ve çocukları için sanatla buluşma ve kendi içlerindeki sanatçıyı ortaya çıkarma alanı olacak. Bunun yanı sıra, YUNT sergileri, Türkiye’nin farklı şehirlerini gezecek. Konuşmalar, eğitimler, atölyeler de tüm bunları destekleyecek.
Galeriye yaklaşırken Sergen Şehitoğlu’nun galeri açılışına paralel ürettiği açık alan yerleştirmesi karşılıyor sizi. Cevahir Akbaş, Setenay Alpsoy, Sercan Apaydın, Can Aytekin, Antonio Cosentino, Mustafa Duymaz, Ahmet Elhan, Murat Germen, Sinan Logie, Mustafa Pancar, Rüçhan Şahinoğlu’nun eserlerini derleyen “Şehir Nerede?” sergisinde bir stadyumun kara boşluğuna düşüp, eski bir binanın faturalarla, yazılmayan mektuplarla dolu posta kutularına çıkabilirsiniz. Aman dikkat edin, yol bariyerlerine takılabilir, bir çiviye çarpabilir, elektrik direklerine asılı kalabilirsiniz. Şehrin nereden çıkacağı belli olmuyor.
Dönüş yolunda yeniden sorguluyorum… Daha neler var bu şehirde hiç görmediğim? Gerçekten yaşıyor muyum bu şehirde?
YUNT SOHBETLERİ
YUNT tarafından “Şehir Nerede?” sergisi kapsamında hazırlanan “Şehrin Sınırlarını Yeniden Düşünmek” başlıklı konuşma programı, katılımcıları şehrin sınırlarını yeniden düşünmeye davet ediyor. Prof. Dr. Eva Şarlak moderatörlüğünde gerçekleştirilecek dört oturumda, şehir üzerine düşünme pratiklerini yaygınlaştırmak hedefleniyor.
Konuşma programı kapsamında şehir plancısı Murat Güvenç, felsefeci Güncel Önkal, mimar ve kent tarihçisi Pınar Erkan ve edebiyatçı Nedret Öztokat Kılıçeri, şehrin sınırılarını farklı yönlerden ele alacak. Her oturum ayrı bir alt başlık altında gerçekleşecek ve katılımcılarla oturum öncesi okuma önerisi paylaşılacak.
yunt
- ‘at’
- ‘at sürüsü’
Eski Türkçeden başlayarak kullanılır (yunt). Orta Türkçede yunt (yund) ‘atlar, at sürüsü’ olarak geçer. [Kaynak: TDK Etimoloji Sözlüğü]