SOPHIE DOLUNAYI*

Görsel: Berk Çakmakçı

En az müziğindeki inovasyon ve teknik beceri kadar trans kimliği de büyük önem taşıyan SOPHIE’nin müziği ve fikirlerine tanıklık etmiş olmak, kendi yaşamak istediğimiz geleceğin kurallarını kendimizin yazabileceğini hatırlatıyor.

Yazı: Berk Çakmakçı  | 5 Nisan 2021

Geçtiğimiz Ocak ayında Atina’da dolunayı izlemek için çıktığı bir balkondan korkunç bir talihsizlik sonucu düşerek yaşamını yitiren SOPHIE Xeon’dan bahsederken şimdiki zaman çekimini kullanmak zorunda hissediyorum. Çünkü geçmiş zaman gerçek dışı geliyor, zihnim bu durumu kabullenmekte adeta vücudun bir uzuv reddi yaşaması gibi zorlanıyor. Kariyerinin başından beri odağına şimdiyi değil, geleceği yerleştiren SOPHIE’nin bu ansız ölümünün açtığı boşluğu doldurmak mümkün görünmüyor. Bu nedenle yazı boyunca SOPHIE’den geniş zamanla bahsedeceğim. SOPHIE’nin Pop’un DNA’sını değiştirdiğini ve yarattığı estetiğin radyoda duyduğumuz bir çok şarkıya iyi ya da kötü tesir ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 10 yıldan kısa süren bir kariyer içinde ürettikleriyle bu denli güçlü bir deprem yaratmış olmanın yanı sıra, SOPHIE, ilham olduğu bir jenerasyonun sinapslarında devam eden artçılar ile kültürel etki alanını her geçen gün genişletmeye devam ediyor.

Yeni nedir? Eğer daha önce varolmamış, deneyimlenmemiş, görülmemiş ya da ilk olan ise ‘yeni’, SOPHIE’nin önümüze serdiği sonik, görsel ve fikirsel dünyayı anlatmak için doğru bir kelime, ancak yeterli değil. SOPHIE, kıyaslamaları, benzerlikleri -ve en önemlisi daha önce kimsenin pek de beceremediği bir kapsayıcılıkla- kitlesel bir onay beklentisini bertaraf ediyor. Müzik sektöründeki bekçilerin (gatekeeper) kârlı olmakla eş anlamlı gördüğü ‘yeni’ kavramını silikleştirerek geleneği aşıyor.

2013 yılında yayınlanan muazzam teklisi “BIPP”i duyduğum an, SOPHIE’nin dans ve pop’un çoktan bayatlamış kurallarını yeniden yazmaya and içtiğini ve emin adımlarla şahsına münhasır bir ses repertuvarı kurmakta olduğunu fark etmiştim. Kalabalığından arındırılmış bir pop hiti gibi işleyen ‘BIPP’, o sıralar hala gizemini koruyan SOPHIE’yi bir anda klüp/dj/soundcloud evreninden koparmış ve ana akım müzikte kendi kulvarını yaratmıştı. Yine de bu müziğin herkes tarafından aynı heyecanla kabul gördüğünü söylemek pek doğru olmaz. SOPHIE’nin müziğinin, ana akım müzik medyasında yarattığı kafa karışıklığını takiben dönemin “hype” sayılabilecek janrlarıyla ilişkilendirilme çabası, müzik yazarlarının geri kafalılığına dair bir turnusol kağıdı görevi görmüştü. Zamanında, bir pop parodisi ya da ömrü çok uzun olmayan bir trend gibi yakıştırmalar yapan sesler şimdi geriye dönüp baktığımızda değişim alerjisi semptomları olarak göze batıyor. Pek de uzak olmayan bir geçmişe kadar problematik, ucuz, basit ve değersiz addedilen Pop müziğin en uç noktalarında gezinen SOPHIE’nin böyle duyarsız eleştirilere maruz kalmasına şaşmamak gerek. 2010’lar, müzik medyasının uzlaşmacı tavrı ve eşzamanlı gerçekleşen Spotify hükümranlığı ile Pop’un kendini iyiden iyiye kabul ettirdiği bir dönem olarak değerlendirilebilir. Tam da bu sırada SOPHIE’nin kapalı sayılabilecek bir klüp çevresinde başlayan kariyerine ve müziğindeki deneysel damarlara rağmen bir global pop ikonuna dönüşme hikayesi, beğeni kalıplarının ‘streaming’ çağında nasıl değiştiğine güçlü bir örnek teşkil ediyor. SOPHIE’nin ’yüksek kültür’ ve ‘alçak kültür’ ayrımını geçersiz kılan ‘hook’ temelli müziği, içinde yaşamakta olduğumuz kaosun, yokoluşun ve tahammülsüzlüğün hem tasviri hem de bir nevi ilacı. SOPHIE’nin müziği ikiliklerin anlamını ve egemenliğini yitirmeye yüz tuttuğu bir zamanda adeta bir deniz feneri gibi yolu gösteriyor; ‘Yepyeni Bir Dünya’ (Whole New World)’nın katlederek değil paslanmış ilkeleri yıkarak ve dans ederek mümkün olduğunu hatırlatıyor.

Majör pop melodileri SOPHIE’nin çok boyutlu evreninde, araba camında bir birleşip bir ayrılarak akan yağmur damlaları misali, şekilden şekle giriyor. Dinleyenin beyninde fiziksel materyaller tanımlayan prodüksiyonun teknik detaycılığı geleneksel pop, klüp ve performansın sınırlarını umursamıyor. Bu sayede EDM (Electronic Dance Music)’in katıksız ve çoğu zaman kimliksiz hedonizminin karşısında SOPHIE şarkıları ilk saniyede imzasını atıyor. Aynı zamanda hem parlak ve şirin hem de zorlu ve korkutucu olabilen, üstelik bunu ortalama 3 dakika içinde takibi zor bir hızda yapan şarkıları, içine koyulduğu hiç bir kapta rahat durmuyor. SOPHIE’nin müziğinde form daimi bir değişim halinde ve bir araya getirdiği zıtlıklar yaşamakta olduğumuz tekno-simbiyotik deneyime kusursuz şekilde eşlik ediyor, daha da önemlisi anlamlandırmamıza yardımcı oluyor.  

SOPHIE’nin kendisini ve müziğini birbirinden ayrı değerlendirmek en basit ifadeyle aptallık olur. Bu noktada SOPHIE’nin trans kimliğinin en az müziğindeki inovasyon ve teknik beceri kadar büyük bir önem taşıdığının altını çizmek gerek. 2017 yılında “Oil of Every Pearl’s Un-Insides” isimli albümünden yayınlanan ilk tekli olan “It’s Okay To Cry” ve beraberinde gelen ikonik müzik videosu bu bağlantıyı anlatmak için iyi bir örnek. SOPHIE’nin kendi vokallerini ve cismini ilk defa gizemden arınmış, ironiye yer bırakmayan bir samimiyet ve kırılganlıkla ortaya koyduğu eserin anıtsal niteliğiyle tüyler ürperttiğini söylemek yanlış olmaz. Kimliğin geçirgenlik, limitsizlik ve adaptasyon üzerinden anlam kazandığı bir dünyanın kapılarını aralayan şarkı, gürültü ve sessizlik ile ustalıkla oynuyor, SOPHIE’nin hassas vokallerini merkeze oturtuyor. Birbirine eklemlenen baş döndürücü fikirlerle tansiyonu baştan sona yüksek tutan albüm aynı zamanda bir ses tasarımı harikası olarak yakın bir incelemeyi hakediyor. “Oil of Every Pearl’s Un-Insides” elektronik müzikteki prodüksiyon becerisini çoğunlukla cis-erkeklere yakıştıran müzik medyasının altından halıyı çekiyor. Bu denli güçlü bir albümün 61. Grammy ödüllerinde en iyi “Dans/Elektronik Albümü” dalında aday gösterilmesine rağmen ödülü sıkıcı ve son derece risksiz bir Justice remix albümüne kaptırmış olması ise Grammy’lerin geçersizliğinin bir kanıtı adeta. 

2014 yılında New York’ta yaşarken küçük ve karanlık bir klüpte SOPHIE’nin nadir setlerinden birini izleme fırsatı bulmuş olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Hala göz kamaştıran ışıkların ve dumanların arkasına saklandığı bir dönem olmasına rağmen duyduğum şeyler o kadar etkileyiciydi ki müziği adeta havada hissedebiliyor, kokusunu alabiliyor, elinizle dokunabiliyordunuz. Geceyi aynı “BIPP”in kapağındaki gibi bir kaydıraktan sağa sola çarparak kaymış ve suya düşmüşçesine adrenalin dolu şekilde bitirmiştim. Bir daha müziğe kesinlikle aynı şekilde bakmayacağımı farkında olarak ayrılmıştım klüpten. O günden beri dinlediğim ve yaptığım her şarkıyı SOPHIE prodüksiyonlarıyla kıyaslıyorum ve çoğunlukla kulağıma amatör ve eski geliyorlar. Her seferinde onun müziğindeki benzersizliğe ulaşmamın pek mümkün olmadığını yeniden anlıyorum. Fakat bu durum beni durdurmak yerine daha da motive ediyor. SOPHIE’nin müziği ve fikirlerine tanıklık etmiş olmak kendi yaşamak istediğim geleceğin kurallarını kendim yazabileceğimi bana tekrar hatırlatıyor.

*SOPHIE, 2021 Ocak ayında dolunay izlemek için çıktığı balkondan düşerek hayatını kaybetti. SOPHIE’yi sevenler ve hayranları tarafından her yılın ilk dolunayının SOPHIE Dolunayı olarak anılacağı duyuruldu.

Nº3 Adaptasyon Sayısını Okumaya Devam Et