SUH.EYL İLE DEPREM, YAS, MÜZİK VE MACERA ÜZERİNE BİR DERTLEŞME

Röportaj: Eren Eryol

Fotoğraf: Erdem Varol

 

Suh.eyl, ‘Macera’ isimli yeni teklisini paylaşınca biz de bu fırsatı değerlendirip onunla bir sohbet gerçekleştirdik. Fakat sohbetin kapsamı müzikle sınırlı kalmadı. Biraz daha uzağa, içli coğrafyalara doğru genişlettik. Depremde ailesini kaybetmiş bir sanatçı olmasına ve bölgedeki atmosferin içinden üretimini sürdürüyor olmasına rağmen Suh.eyl’in sergilediği varoluş kudretine tanıklık aslında bu sohbet. Görüntülü arama ile yaptığımız ve zorlu anlar barındıran, hassas ve zorlu mevzularla örülü bu sohbeti mümkün kıldığı için tekrar teşekkürler.

 

 

Merhaba Suh.eyl! Asabını bozan bir soru var mı?

“Oralar nasıl Suh.eyl?”

 

Coğrafya yasını yaşabiliyor mu?

Hayır. Toplumun yas yaşamasıyla ilgili belli alışkanlıklarımız yerleşmiş. Bu yerleşen alışkanlıkları yas döneminde ele alış biçimimiz de toplumda, politikada, sanatta yine bir kinetizmle gerçekleşiyor gibi geliyor bana. Tabii her bünyede farklı etkisi mutlaka vardır bunun, herkes bunu kinetik yaşayacak diye bir şey yok, potansiyel enerjisinde de bu yoğunluğu bulabilen arayabilen, bazen kendini soyutlamayı başarabilmiş ya da onu arayan insanlar olabilir. Herkesin yas dönemi farklı ama toplumsal bir yerden baktığımızda toplumsal yolculuğa yön veren politik kaosun bizlere yas yaşatmadığını düşünüyorum. Biz toplumsal olarak çok üzüldük ama yön vericilerin emellerine çözüldük. Ama toplumsal olarak yazın gelmesini çok da istedik bence bir yandan da…

 

Biz toplumsal olarak çok üzüldük ama yön vericilerin emellerine çözüldük

 

 

Toplum, yasını tutmuyor değil tutamıyor. Bu zamana kadar yardım etmek isteyen, yardımlaşmak isteyen Türkiye’nin her yerinden insanların hakkını ödeyemeyiz. Ama maalesef yasını yaşayamayan bir toplumun aynı zamanda kolektif bilinci de oluşmuyor, kolektif bilinçle beraber yas yoğrulmuyor ve dönüşmüyor, toplumun kodlarında çöküş yaşanıyor gibime geliyor. Böyle okudum, böyle hissettim. Özellikle yaz aylarında, evet insanlar çok yardım ettiler, buraya yazın gelmesini istediler ama bir an olsun deprem konuşmama ihtiyacı da hissettik. Dayanışmaktan mı bıktık acaba? Bizim sürekli kendimizi dayanışır pozisyonda bulmamızdan dolayı bir sıkıldık mı? Küçük bir kitleden bahsediyorum. Aynı cemiyet, yakın cemiyetlerde yaşadığımız insanları da kastediyorum ki asıl momentumu yaratan da bu kitle bence. Bu konuda biraz karışığım çünkü aklıma Hatay’daki, İskenderun’daki gençler geldi, onlar nasıl yaşıyorlar yaslarını? Ya da depremin içinde olmayan insanlar nasıl yaşıyor diye düşündüm. Kafam karıştı biraz…

 

Yasın olduğu yerde müzik olur mu?

Bireysel bir yerden baktığımda, yaşadığım kültürde müziğin kederi ifade etmek için açtığı bir alan olduğunu görüyorum. Bu alan, babamın en sevdiği şarkıyı, rakı içerken söylediği şarkıyı söylemek gibi bir açıklıksa, ben bu açıklığı kendi hayatımda ailemle ağlaya ağlaya yaşadım… Kişisel olarak ailemle bunu yaşayabileceğim ortamım vardı. İskenderun’daki bazı kültürlerde rakı içmek keder ifadesidir. Kederle beraber insanların çok stresli olduğu zaman rakı içmek normal sayılır. Ama ben annemle babamın evinde, cenaze sonrası içki içirmedim. İçiremezdim. İnsanların kuruyemiş yediği, viski içtiği bir muhabbet haline dönüştüğünü fark ettiğim anda kaldırttım her şeyi evden. Ama yan evlerde bunu yaşayan, bu kederi benimle yaşadığını bildiğim insanlarla rakı içip babamın şarkılarını söyledim ağlayarak. Annemin şarkılarını söyledim ağlayarak. Burada benim yaşadığım yasın müzikle harmanlandığını görmeye başladım. Daha yeni başladım bunu yaşamaya. Hem onların bana aynaladıkları şarkılarla hem de ardından benim yazdığım dört tane şarkıyla başladım o sürece. Bu alana sadece prodüktörleri davet ediyorum ve bu alandan müzik fışkırıyorum şu anda. Eve misafir dahi kabul etmiyorum annemle babamın kokusu gitmesin diye… Yası müzikle yaşamak adına bunu tercih ediyorum şu an…

 

Eve misafir dahi kabul etmiyorum annemle babamın kokusu gitmesin diye… Yası müzikle yaşamak adına bunu tercih ediyorum şu an…

 

 

 

Toplumsal düzlemde değerlendirdiğinde peki?

Türkiyenin ilk deprem dönemine baktığımız zaman buraya ne yapacağını bilemeden gelen müzisyenler oldu yemek yapmaya, buraya ne yapacağını bilemediğinden gelmeyenler oldu, buraya “şu an zamanı değil, altı ay sonra gideriz, üç ay sonra gideriz” şekliyle yaklaşan müzisyenler oldu ama yası yaşadığımız dönemle normal hayatı yaşadığımız dönem politik çizgilerle o kadar sayfa çevirir gibi ilerledi ki yasın sanatla beraber iyileştirici bir etkisini yaşamasına toplumun vakit bulduğunu düşünmüyorum. Burada saksafonu alıp depremzedelerin ortasına geçip müzik yapan insana kim ne diyebilir? Bir buçuk ay sonra bir hafta sonu atlayıp buraya gelip depremzede kuyruğunda saksafon çalıp geri dönse ne olur? Çok fazla insan gelmek istedi, çok fazla insan bir şeyler yapmak istedi ama hayat öyle hızlı değişiyor ki; bir anda gelen bir seçimle beraber, ardından para kazanma kaygısıyla beraber, insanların bir yerden ayrılamama ve çalışma içgüdüsüyle beraber bir tık da yazın gelmesiyle harmanlanınca ben yasın müzikle beraber giderildiğine inanmıyorum. Çünkü, bizim İstanbul’da yaptığımız etkinlikler, yardım etkinliklerinin yeterli olması nasıl mümkün ki?

 

Yası yaşadığımız dönemle normal hayatı yaşadığımız dönem politik çizgilerle o kadar sayfa çevirir gibi ilerledi ki yasın sanatla beraber iyileştirici bir etkisini yaşamasına toplumun vakit bulduğunu düşünmüyorum

 

 

Hüznü dışlamayan dans mümkün mü?

Elbette. Zaten hareket etmemizin sebebi bir duyguyu yaşamak/yansıtmak olduğu için hiçbir duyguya “hayır” demiyoruz. Özelikle dansın koreografi kısmından sonra… Yani dans ettiğin zaman bir şarkıda, şarkı bittikten sonra durmazsın. Ya da şarkının koreografi kısmı bittikten sonra durmak istemeyebilirsin. Amacımız da hareket ederek, hissettiğimiz duyguyu ifade ederek büyütmek. Çünkü bir yerden sonra bu seni kendi duygunla baş başa bırakan bir yere geliyor. En azından bende öyle. Yedi sekiz yıldır şarkının başlangıcından sonuna kadar bir hareket çizgisi kurmaya çalışan, sadece şarkıyı dinleyip ona göre, o stilde dans eden, buna göre eğitimler alan, temelleri oluşturan, temellerle iletişim oluşturup Kadıköy Moda sahilde herhangi bir müzikle bunu dansa yoğunlaştırıp, mükemmelize edip şarkılarda da bunu devam ettiren bir vücut dilini uygulamaya çalıştım ben. Bu kendi yolum, herkeste farklı çalışıyor tabi… Türkiye’nin en iyi koreografları da kim bilir nasıl çalışıyordur ama kimsenin umurunda değil. Çünkü, bu ülkede dans dediğimiz şey sadece bir sos…

 

Travmalarla yüklü bir coğrafyada neşeyi dışlamamak mümkün mü?

Bende bir şeyleri mümkün kılma içgüdüsü var. Mümkün kıldırıyorum. Ama bir şeyleri mümkün kıldırdığımızda kendimizden yediği şeyleri de düşünmek gerek. Mümkün kıldığımız şeyleri kendimize zarar vermeyeceği bir eksende tutarak mümkün… Başka çaresi de olmayan bir ülkede yaşıyoruz. Çünkü hepimiz o kadar çok yok oluyoruz ki herkes her şeyini versin istiyoruz. Ama depremden bir gün sonra çimento hisseleri ülke tarihinin en yüksek seviyesine çıkıyor. Dolayısıyla, evet mümkün ama kendimizi koruyarak mümkün. Ve kendimizi koruyarak mümkün dediğim alan da maalesef hayatta kalmayla da ilgili bir mümkünatı temsil ediyor, çünkü bu ülkede müzisyenlerin intihar ettiğini biliyoruz pandemide… Yani mümkün olmak zorunda, hayatta mı kalmayacağız! Böyle bir psikoza girmek fuzuli bir lüksü temsil ediyor…

 

“Coğrafya kaderdir” sözüyle karşılaştığım zamanlar (‘Macera’ şarkısında da geçiyor) sadece olumsuz bir zorunluluk anlamı belirmiyor bende. Diğer bir yönünü, coğrafyanın dayattığı koşullardan yaratıcı kaçış yolları inşa etmenin de yine bu kadere dahil olduğunu düşündürtüyor. Sence müzik yaratıcı yollarla örülü bir kaderi çizmek için yeterli bir alan mı?

Bilmiyorum… Ben, beni kendi iç dünyama götürdüm ve seçtiğim mesleğin bu ülkedeki yerine gittim. Gitmemem gereken bir yerine gittim. O yüzden “bilmiyorum” cevabını çok kişisel bir yerden verdim. Genel olarak verilen cevapların hepsinin “evet” olduğunu biliyoruz zaten, ikimiz de biliyoruz. Coğrafyadaki politikanın, bir günde değişen politikanın bu ülkenin her şeyine yön verdiğini, müziğinde herkesin kendi usturuplu seviyesine gelmesi zorunluluğunun, bazı şeyleri bazı kapılar ardında yapma zorunluluğunun hepimiz farkındayız zaten. Alıştığım, gördüğüm hadiseleri anlatan Twitter cevaplarından ziyade başka bir sessizliğe gidiyorum kendi içimde. Ve oradan konuşmaya çalışıyorum. Şey gibi bir yerde, bu ülkede doğduk ve burada bir şekilde basitin, huzurun ya da huzursuzluğun sahibi olanlar var, sahibi olamayanlar var. Bu insanın kendi içinde olan bir şey ve “o halde erişilmez gibi görünen bir bilginin parçasını taşıyayım” diyenler var. O yüzden müzik yapıyorum. Yani “ben ülkedeki basitin, huzurun sahibi olamadım, o halde erişilmez gibi görünen bir bilginin bir parçasını taşıyayım” diyen arkadaşım Vardal Caniş’in sözünden alıntı yaparak bir cevap vermek istiyorum. Ve bunun için de müzik aracı oluyor. Dile o dökülüyor. O yüzden bazen müzik kariyerimin kurgusunun hataya çok müsait bir alan olduğunu anlıyorum. O sınırda da eğleniyorum!

Şarkılarımda da Alevi deyişleri, eskiden gelen, sanki kırk bin yıl önce söylenmiş bir sözü tekrar söylemek benim için bir gayret meselesi haline geliyor. ‘Macera’ şarkısının bridge kısmı bir alevi deyişidir mesela, benim değildir. “Erlik midir eri yormak/Haber getir, cennetten on sekiz ırmak/Coşkun akan sel bizdedir/Hakk’a duacı cümlemiz”, bu benim cümlem değil. Ama insanların erişilmez gibi görünen bir bilginin parçası olmasıyla ilgileniyorum. Bunu aktarmayla ilgili bir yerdeyim.

 

 

Alıştığım, gördüğüm hadiseleri anlatan Twitter cevaplarından ziyade başka bir sessizliğe gidiyorum kendi içimde.

 

Ana-akımı oluşturan janrlar ve tutumlarla dirsek temasında bulunduğun ve tersine ayrıştığın noktaları nasıl açıklarız? Bu bağlamda müziğini nasıl tanımlarsın? Yine buradan hareketle popüler olana, gündemde olana ne enjekte etmek isterdin?

Her şeyi özene bezene yarattığınız alışılageldiğimiz pop dünyasının derdo bebe’si; çok eziyet çektiğimiz, çok eziyet gördüğümüz sokaklarda kendi özel hayatımızdaki dramamızı da yaşayan; sokak kültürünü de melodikleştiren biri olmak istiyorum. Herhangi bir janra girmemeye çalışıyorum. Bununla da ilgili kendime çok eziyet ettim biliyor musun, “ben Hip-Hopçı mıyım popçu muyum” diye… “Ben bedroom popçu muyum, rnb’ci miyim, ben neyim?”

 

Dansta yoğunlaştığın stiller belirgin mi peki?

İki tane aşkım var dansla ilgili, birisi New School Hip-Hop bir de Popping. Oldukça da mesai harcadım. Ben daha çok birinin sahne şovuna değil de sahne şovunun backgroundunda o dersi kimden aldığını öğrenmeye çalışıyorum. Michael Jackson’u değil de Pop N Taco’yu öğrenmek istedim; Beyonce’u değil Los Angeles bazlı kuir bir siyahi sanatçı onun koreografı, onun peşine düştüm; New School Hip-Hop’ta Justin Timberlake’in ders aldığı Popin’ Pete’in peşine düştüm, Street Jazz’da Justin Timberlake’in ders aldığı Tony Bellissimo’yu hedefime aldım. Sürekli takip ettim ki bu insanlar çok güncel. Her gün bir video yayınlıyorlar ve Justin Timberlake de bunun farkında gidip ders alıyor. Ben de yedi sekiz yıldır “Türkiye’de ben ne yapmak istiyorum ve buna uygun dansçılar kim” diye düşünerek peşlerine düştüm. Hiçbir derslerini kaçırmadım. Ki Coğrafya Manifestosu klibini biz öyle çekebildik.

 

Farklı performans disiplinlerinden gelmiş olmanın ürettiğin işlere bir katkısı olduğunu düşünüyor musun?

Coğrafya Manifestosu’nun kredilerini ödemeye yeni başladım. Coğrafya Manifestosu’nun kredilerini ödüyorum şu anda. Yani işime şöyle bir katkısı oldu: kredi nasıl ödenir onu öğrendim.

 

Sınırı aşmak mı, geri durmak mı? Henüz yayınlanmamış bir şarkını dinleme şansı bulmuş biri olarak da soruyorum. Şarkılarında dinamik bir müzik evreni içinde olduğumuzu hissederken aniden bir söz öbeğinin sersemletici etkisiyle karşılaşabiliyoruz. Ani bir afallama… Şarkı sözü yazarken kendini sınırda hissettiğin durumlar oluyor mu? Oluyorsa sınırın ne tarafına eğilimli oluyorsun? Aşmak ya da geri durmak (ya da tam da sınırda olmak)?

Bence ben sınırı geçen biriyim. Ben insanların sınırında dans pisti kuruyorum. Daha doğrusu insanlar kendi sınırlarına dans pisti kursun diye çabalıyorum. Yani “insanların sınırına dans pisti kuruyorum” derken biraz punch bir yere gittim depremden sonra. Anlatmak istediğim şeyleri daha edebi bir yerden değil de daha direk anlatmanın, “bu oldu abisi”, “böyle bir şeyler yaşadık” gibi yerden anlatmak… Ve kendi psikozumu anlatmak yerine kendi özgüvenimi anlatma ihtiyacı hissettim. Bu benim için önemli bir şey. Galiba ben kendi psikozumu, Coğrafya Manifestosu’nda da biraz kendi psikozumu anlatıyorum. Psikozla karışık bir şeyler yapma isteğini, bir gencin buradaki varoluş türbülansını anlatıyorum. Ama daha çok şu anda özgüvenimden yola çıkan bir deneyimi dürüst, beyefendi bir şekilde ya da gerektiği zaman da çarpıcı bir şekilde anlatma ihtiyacı hisseden bir yerdeyim. Kişi nezdinde insanların sınırlarında dans pisti kurmak değil insanların kendi sınırlarında eğlence yaratmasını ve buradaki üst tempoda bir tık high frekanstaki gerilimde kendileriyle bütün olma formülünü arıyorum.

 

Son şarkın MACERA…

Depremden sonra, bu babamın en sevdiği şarkı diye nakaratını ona uygun bir şekilde yazdım. Yani bitirdim şarkıyı ama nakaratını ona atfettim. Çünkü, ‘Sanırım yanıyorum/Bu yas bi’ başka’ şekliyle ben popüler kültürün derdo bebe’si olmak istedim. Şöyle de kötü çocuk: “eğleniyorsunuz ama size bir şeyleri de göstermekten de geri kalmıyorum açık açık” yaklaşımının pazarlığına girmedim yani. Ne yaşıyorsam onu anlattım, o yüzden ben kendi popüler kültürümün temellerini oluşturuyorum.

 

Şarkının macerası nasıldı?

Şarkıyı bir prodüktör arkadaşıma üç aydır dinletiyordum. Deprem öncesinde temellerini başka bir altyapıyla atmıştık. Ve rahmetli babam dinlemişti nakaratsız ve yaklaşık kırk beş saniyelik bir bölümü, “Oğlum bunun üzerine git, benim en sevdiğim iş bu” demişti. Sonra o altyapıyı yapan arkadaşım “Suh.eyl düşünemiyorum, yükselemiyorum bu şarkıya, ilerletemeyeceğim ben bunu” demişti (depremden sonrasına denk geliyor bu). Sonra beni Zeki Arkun’la tanıştırdılar. Zeki’ye yazdım, Zeki “tanışalım” dedi. Zeki’nin yanına gittim tanıştık, şarkıyı dinlettim, iki saatte bitirdi bu şarkıyı! Bambaşka bir prodüksiyonla bu hale geldi bu şarkı. Sonra vokal kaydına girdik.

 

Yeni maceralar olanaklı mı?

Depremden sonra değiştim. Ve benim şarkılarım artık böyle olacak. Artık hep “uptempo” bir yerde, doğru tınılarda, doğru bir algılama seviyesinde ama bir yerden de seni kurcalayacak. Dinlemek zor gelebilecek belki, bilmiyorum…

Bundan sonrası da yine yeni nesil, farklı soundları, popüler kültürleşen rap, trap, elektronik ögelerle kendi popunu yaratan ama daha uptempo, avangart ve arthouse olmayan, kendi ritmi olan, sürekliliği olan bir süreç olacak. Macera’ya ve Derdo Bebe’ye yakın bir yerde olacağım. Benim anlatacağım edebiyat daha sert, daha punch, daha direk, daha fazla söze sahip daha fazla vokal akışı olan, daha fazla hip-hopa yakın; gerektiği zaman sokakta melodik, gerektiği zaman evde hırçın bir yerde olacak. Ama yine popüler kültürün bir aynalaması olacak ve amacım zamansızlık…

 

Asabını bozan bir soru var mı?

Bu son soruda Suh.eyl’in bulunduğu yerde elektrik kesilince göz temasımız kesildi ve manidar gülüşmelerle görüşmeyi sonlandırdık. Ertesi gün Suh.eyl aradı ve “Son soruya bir cevap geldi aklıma” dedi ve cevabı şu oldu:

“Özür dilerim”. “Özür dilerim” bence bir sorudur. 

Suh.eyl’in yeni teklisi Macera dijital platformlarda.

#komünitecalling Sayısını Okumaya Devam Et