TÜRKİYE VE İSRAİL ARASINDA “BİR DAMLA TALİH”

Fotoğraf: Selin Ünsel

Müziğe ve müziğin ardındaki hikayelere odaklanan “Ladies on Records”ın yaratıcısı Kornelia Binicewicz ile, İsrail ve Türkiye arasındaki müzikal alışverişin peşine düşen yeni projesi “A Drop of Luck” (Bir Damla Talih) üzerine konuştuk.

Röportaj: Burcu Bilgiç | 5 Nisan 2021

“Ladies on Records” nasıl ortaya çıktı? Müzik keşfetmeye ve bunları derlemeye ne zaman başladın?

“Ladies on Records” aşağı yukarı 2013’te başladı ancak şimdiki ismini ve şeklini 2015’te aldı. Türkiye’ye 60, 70 ve 80’lerden kadın müzisyenleri araştırmak için geldim. Türkiye’ye gelmeden önce keşfedilmemiş müzikleri araştırıyor ve kayıtları topluyordum, aynı zamanda bir müzik festivalinin küratörüydüm ki bu da dünyanın her yerinden müzik toplamak anlamına geliyor.

Henüz Türkiye’ye gelmeden önce, burada keşfedilecek çok fazla şey olduğunu anlamıştım.70’lerde Türkiye’de üretilen saykodelik müzikle ilgileniyordum ve bu dönemde kadın müzisyenlerin ürettiği müziğe dair çok az kaynak olduğunu fark etmiştim. Bu nedenle Türkiye’ye gelip bu konu üzerinde derinlemesine çalışmaya ve bazıları plağa da basılan müzik derlemeleri yapmaya başladım. Buraya gelmeden önce tanışmayı hayal ettiğim Kamuran Akkor, Selda Bağcan, Gülden Karaböcek gibi sanatçılarla buraya geldiğimde tanıştım, dönemin müziğine olan etkilerini anlamak istedim. “Ladies on Records” hikayesi 2015’te böyle başladı, o zamandan beri Türkiye’de yaşıyorum.

İstanbul’da yaşamak Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasına dair ve buradaki müzikal üretime dair fikirlerini nasıl etkiledi?

İstanbul, bu bölgede üretilen müziği keşfe çıkmak için ideal bir şehir. İstanbul’da olmak tüm bu coğrafyanın müzikal etkilerine açık olmak anlamına geliyor. Burada yaşamak sadece Türk müziğini anlamak için değil, çok farklı tarihsel katmanlarda ve çok farklı şekillerde bölgenin müziğini anlamak için önemli. Türk müziği farklı yerlerden pek çok farklı etkiye açık. Türkiye’de üretilen müzikte Yunan müziğinden veya Lübnan müziğinden etkiler görebildiğimiz gibi, Batı müziği de burada kendine has bir karaktere bürünüyor. Tüm bunların kombinasyonu İstanbul’a olağanüstü bir müzik kültürü sağlıyor. Benim ilgimi çeken bir diğer katman da popüler müziğin ve onun ürünü olan şarkıların anlattığı hikayeler. Bu tür müzikler bize halkların ve kültürlerin hikayelerini anlatıyor. Fakat müzik aynı zamanda siyasal mühendisliğin, kültürel kimlik ve ulusal nitelik yaratmanın da etkili araçlarından biri.

Yeni projen “A Drop of Luck”da bizi ne bekliyor?

“A Drop of Luck” Türkiye ve İsrail’den şarkıların dijital bir derlemesi. Proje temelde “adaptasyonlar” ve “kaynaklar” olarak adlandırdığım iki setten oluşuyor. “Adaptasyonlar” seti, Türkiye ve İsrail’deki müzisyenlerin birbirlerinin müziklerini yeniden yorumladıkları parçaları, “kaynaklar” ise orijinal şarkıları içeriyor. Bütüne baktığımız zaman “A Drop of Luck” (Bir Damla Talih) projesi Türkiye ve İsrail’in müzikal anlamda birbirlerine nasıl ilham olduklarının hikayesi. Türkiyeli dinleyici bildikleri ve sevdikleri pek çok şarkının orjinal versiyonlarının İsrail’de üretildiğini fark edecek; İsrailli dinleyiciler de aynı şekilde, müziklerinin bir bölümünün Türkiye’de üretildiğini görecekler.

Proje ismini nereden alıyor?

“A Drop of Luck” ismi, Mizrahi kültüründen gelen İsrailli müzisyen Zhava Ben’in, yayınlandığı dönemde İsrail’de inanılmaz bir popülerlik kazanan şarkısından geliyor. Bu şarkı aslında Orhan Gencebay’ın “Dil Yarası” şarkısının adaptasyonu. Zhava Ben şarkının sözlerini değiştirerek şarkıyı olduğundan da daha arabesk yapıyor diyebilirim. Bu müzikal alışveriş İsrail’deki Mizrahi topluluğun ve çeperde bırakılıp kendine yer bulamayan diğer toplulukların seslerini bulmalarına ve arabesk yoluyla acılarını ifade etmelerine yol açıyor.

Sana sayıdan ilk bahsettiğimizde “A Drop of Luck” projesi ile adaptasyon teması arasında nasıl bir bağlantı kurdun?

Adaptasyon müzik hakkında konuşulabilecek önemli konulardan biri, kültürün diğer elemanları gibi müzik de yoktan var olmuyor, pek çok farklı kaynaktan besleniyor. Bir yerde üretilen müziğin başka yerlerin kültürlerinden ve farklı müzik türlerinden unsurlar taşıdığını biliyoruz. Benim üzerinde çalıştığım müzik için de adaptasyon temel bir konu. 60, 70 ve 80’lerde Türkiye’de üretilen müzikler, sadece yerel kültürlerden değil yerelin dışında kalan alandan da ilham alıyordu. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada müzik, etkilenmeler ve adaptasyonlar üzerine kuruluydu. Türkiye’de de 50’lerden başlayarak batı müziği etkisinin yoğun olduğunu söyleyebilirim. Türkiyeli müzisyenler ABD ve Batı Avrupa’dan etkilendikleri gibi İsrail’de üretilen müzikten de ilham aldılar, çünkü İsrailli müzisyenler de Batı motiflerini kullanıyordu.

A Drop of Luck projesinde “adaptasyonlar” ve “kaynaklar” olarak adlandırdığım iki mixtape bu etkilenmelerden yola çıkıyor. Müzikte adaptasyonlar ve kaynaklar sürekli birbiri içine geçiyor. Farklı elemanları kendi müziğine adapte eden insanlar bunu yaparken kendilerini tarif etmenin ve pozisyon almanın yollarını arıyorlar; çünkü müzik, kimliği kurmak ve yeniden tanımlamak için dinamik bir araç. Adaptasyon da böyle bir şey, insan olarak yeni bir şeyin içine dalıyoruz ve onun içinde başka bir şeye dönüşmeye çalışıyoruz.

A Drop of Luck derlemesi için yazdığın metni okuduğumda, Türkiye’de ve İsrail’de üretilen müziğin batı müziğiyle olan ilişkileri arasında bir benzerlik bulduğunu gördüm. Hatta iki ülke arasındaki müzik alışverişinin nedenlerinden biri de bu benzerlik. Bu benzerlikten biraz bahsedebilir misin?

Bu benzerliği görmek için 60’lara bakmak gerekir. Bu dönemde Türkiye de, İsrail de Ortadoğu ya da Asya’nın bir parçası olarak algılanmak istemiyordu. İki ülkede de, Batılı ve modern uluslar olarak kabul görülme rüyası ve Arap bağlamından kopma isteği kuvvetliydi. Bunun bir sonucu olarak İsrail’de, Batı ve Orta Avrupa’dan gelen Aşkenazların temsilcileri, Batı müzik usul ve tarzlarına dayalı olarak, chanson tarzı şarkılar, yurtsever ve mitolojik bir repertuar ile ülkenin vizyonunu oluşturdu. Diğer taraftan Türkiye’de 1970’lerin başına kadar üretilen müziğini şekillendiren unsur batı müzik aranjmanlarıydı. Modern, şık ve Avrupalı; Türkiye’nin olmak istediği buydu. Ajda Pekkan, şarkı sözü yazarı ve aranjör Fecri Ebcioğlu’nun desteğiyle aranjman yöntemini geliştirip Batı müzisyenlerinin önemli şarkılarını Türkçeye uyarladı. Türk müzik endüstrisi 1960’lar ve 1970’lerden Batılı İsrail şarkılarını da -az sayıda yayın detayı sağlandığında- şevkle kabul etti. Gönül Turgut, Nilüfer, Ayten Alpman, Şenay, Zerin Özer, Ay-feri, Yasemin Kumral gibi ünlü Türk şarkıcıları, daha önce İsrailli sanatçılar (Yaffa Yarkoni, Aris San, Ilanit) tarafından seslendirilmiş şarkılar seslendirdiler. Türkiye perspektifinden bakılınca, İsrail, hoşlanılmayan Arap kimliğinden unsurlar barındırmayan, Akdeniz-Batı medeniyetine aitti.

Türkiye ve İsrail arasında karşılıklı etkilenme ve adaptasyonların bir tarafında batılı bir kimlik benimseme hikayesi varken diğer tarafında merkezin dışında (senin tabirinle çeperde) kalan müziğin hikayesi var. Burada Türkiye’de üretilen arabesk müziğinden etkilenen bir İsrail müzik sahnesi de görüyoruz.

İki ülkede de Batı etkisinde üretilen müziğin halkın tamamını temsil etmesi beklentisi vardı, fakat durum böyle değildi. İsrail’deki Doğulu topluluklar 1980’lere kadar seçkinler tarafından sistematik olarak görmezden gelindi. Mizrahi Yahudilerinin çok kültürlü, polyfonik müzikleri uzun bir müddet resmi müzik dağıtım kanallarında kendisine yer bulamadı. Radyo editörleri, müzik şirketi yöneticileri, resmi reklamcılar Mizrahilerin “tahripkar” müziğini reddediyordu. İsrail müzik endüstrisi içerisinde Mısır, İran, Türkiye, Yemen, Fas, Tunus veya Yunanistan’dan gelen Yahudilerin yaşadığı fakir mahallelerin müziğine yer yoktu. Öte yandan merkezin dışında kalan bu topluluklar oldukça çok sesli ve zengin bir müzik üretiyorlardı. Bu görmezden gelme hali 80’lere kadar devam etti. Ünlü şarkıcı Ofra Haza’nın 1984 yılında çıkan, çığır açıcı albümü “Shirei Teyman” (Yemen Şarkıları) ana akım medyanın hem İsrail, hem de dünyadaki Mizrahi kültürüne olan ilgisini artırdı.

Türkiye’de de Arabesk müziğe dair benzer bir hikayeyi takip edebiliyoruz. Arabesk’in kökenleri büyük çaplı, köyden kente göçlerin yaşandığı 1950’lere kadar uzanıyor. Arap müziği Türk popüler kültüründe yüzlerce yıl varlığını sürdürmüştü. Yabancı radyo ve televizyonlarda yayınlanan Arap popüler kültür ürünlerinin etkisiyle, 1950’lere kadar Arap müziğinin Türkiye’deki etkisi son derece yaygın ve etkindi. Diğer yandan Türk aydınları, Arabesk’in Batılı olması gereken bir ülkede Doğulu bir ruh içerdiği gerekçesiyle Arabesk’i hoş yaklaşmadılar. Arabesk müzik ve bu türe ait sanatçıların 1980’lere kadar televizyon ve radyoya çıkmaları yasaklandı, fakat bazı Türk müzik firmaları tarafından plakları yapıldı. Ancak Arabesk’in asıl sıçrayışı, müzik endüstrisinde ortaya çıkan teknolojik bir devrimle ve ucuz ve erişilebilir manyetik kasetlerin müzik merkezi Unkapanı-İMÇ’de üretimiyle ortaya çıktı. Bütün büyük ve küçük müzik şirketleri kendi ofislerini açtılar ve Arabesk müzik sanatçılarıyla sözleşme imzaladılar. Arabesk Türk müzik piyasasına hakim oldu ve o dönemden bu yana Türk toplumunda fikir ayrılığına sebep olmasının yanında en çok kazanç getiren müzik tarzı da oldu.

Arabesk müziğin İsrail’de yayılması ise, genç bir Mizrahi müzisyen olan Zehava Ben’in 1988 yılında “Tipat Mazal” (Bir Damla Talih) kasedini çıkarmasıyla oldu. Albüme ismini veren ve Zehava’nın bir gecede Mizrahi müziğin süperstarı olmasını sağlayan şarkı, Orhan Gencebay’ın “Dil Yarası” isimli parçasının uyarlamasıydı. Ana akım medya bu genç şarkıcıyı artık görmezden gelemedi. Radyo dinleyicileri Zehava’nın “Dil Yarası” uyarlamasının çalınmasını talep etmeye başladılar. Tel Aviv’in müzik ortamı Türkleşmeye başladı. 1992 yılında ana akım İsrail gazeteleri “Türkler şehri fethetti” haberlerini yaptı.

Derlemenin kapak görseli için kiminle çalıştın?

“A Drop of Luck” derlemesinin kapak görseli İsrailli tasarımcı Itamar Makover tarafından yapıldı. Itamar Makover’ın biraz sürreal, biraz çizgi roman estetiğinde kendine özgü bir stili var. Bu proje için Zahava Ben’in 90’lardaki albüm kapaklarının modern bir versiyonunu üretmek istedi. Markover’ın kapak için yaptığı işin pek çok unsuru birleştirdiğini; arabeskin, Mizrahi kültürünün, pop kültürün, gerçeküstü ve fütüristik dilin unsurlarını kullandığını söyleyebilirim. Zahava Ben yeni bir albüm yapmak istese kapağı bu olabilir bence.

Arabesk müziğin sana verdiği hissi tarif edebilir misin?

Kaybetmenin, ızdırabın ve belki biraz da acı çekmenin verdiği zevk… Kırık bir kalbin verdiği hüzün… Çünkü biliyorsun, arabesk acıdan bahsetse dahi, bu acıda bir de keyif var, tatlı bir acı bu. Ben arabeski böyle hissediyorum. Aslında hayat da sadece tatlı değil, acı-tatlı. Bu nedenle arabeski oldukça gerçekçi buluyorum. Evet benim için arabesk böyle bir şey.

Nº3 Adaptasyon Sayısını Okumaya Devam Et