THE CREATIVE DRIVE: STORIES OF RS – ÜSTLERİ BAŞLARI ANİMASYONLU:VİCOTÜCO
Fotoğraf: Can Görkemcalling komünitesinden yeni yaratıcılar Reflect Studio’nun optimist fütürist dünyasında buluşuyor. Her şeye rağmen yaratıcılık tutkusu ile ayakta kalanların, hayat bulanların hikayesini ve var oluşunu kutladığımız “The Creative Drive: Stories of RS people by calling” serisinin ilk konuğu kendi dilini ve rengini yaratabilenlerden Vicotüco. Karşınızda Sinan Kutluay, Ali Mert Değirmencioğlu ve Mert Avcı. Nam-ı diğer Vicotüco. Yani Vicdan Tüccarları. Hani Instagram’da arkadaşlarınıza gönderdiğiniz animasyonları yapan ekip. Rahat, iyi dinamikler oturtmuş ve işleri ile ilgili ne istediklerini bilen bir ekip Vicotüco. Aslında henüz yolun başındalar. Yakın zamanda streaming servislerinde çizgi film serilerini görmemiz, her reklamda seslerini duymamız kaçınılmaz olabilir. Hatta Temmuz ayında 4 şarkılık bir EP’leri çıkacak ve bu şarkılardan birinde konukları Nova Norda! O yüzden -hala daha- biraz alternatif bir yerde sayılırlarken onlarla tanışmak ve birlikte gülmek isteyebilirsiniz.
“The Creative Drive: Stories of RS people by calling”
Prodüksiyon: calling
Kreatif Direktör: Gümrah Şengün
Fotoğraf: Can Görkem
Styling: Yaşar Eyyubi
Röportaj: Heja Bozyel
Art direktör: Derya Kın
Makyaj: Deniz Dilara Sarılar
Prodüksiyon Asistanı: Cem Onan
Nasıl tanıştınız? Nasıl bir araya geldiniz? Oradan başlayalım mı?
M.A.: Biz Sinan’la ortaokuldan arkadaşız. Mert’le de herhalde üniversite zamanı yine böyle aynı ortamlardan tanışarak arkadaş olduk. Önceleri bir müzik grubumuz vardı. Aslında müzik yaparak başladık. Biraz öyle tanışmış gibi olduk. Bugüne kadar geldi. Detay çok fazla şey var. Bu özeti.
Ama başta iki kişi başlamıştınız değil mi?
S.K.: Evet, evet, yani Mert’i tanıyorduk aslında. Yani biz şunu yapmaya başlamıştık ama Mert’le de böyle fikir konuşuyorduk hep. Hani birlikte bir şeyler yapmak istiyorduk hep. Daha sonrasında bir animasyon kısa film yapma durumu oldu, Kuru Kabus diye. Hatta şu an izlenebiliyor, reklamını da yapalım. O sırada Mert’le birlikte çalıştık. Hem senaryoyu hem animasyonda falan çalışınca devamı da geldi.
A.M.D.: Biz bu arada Sinan’la aynı üniversitedeydik. O grafikte ben heykeldeydim.
Hangi okul?
A.M.D.: Marmara Ünivetsitesi, Güzel Sanatlar.
S.K.: Birlikte çok güzel bir dinamik olduğunu fark ettik üçümüzün arasında.
M.A.: O yüzden 2020’den beri üç kişi olarak devam ediyoruz.
Peki isme gelebilir miyiz? O nereden çıktı? Biz ofiste nasıl okunuyor “Vikotuko mu Vicotüco mu” diye tartıştık ama bir sonuca varamadık.
M.A.: İkisini de söyleyen var ama aslında şöyle; biz Sinan’la ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bir şekilde bir içerikler, ses kayıtları yapıyorduk. Böyle aptal aptal. Animasyon bile yoktu. Yani sadece bir şeyler kaydediyoruz, bir şeyler çiziyoruz falan… Bir araya toplayıp bunları paylaşmaya başlayalım dedik. Sinan bir Instagram hesabı aç dedi bana, adı ne olsun derken Vicdan Tüccarları diye salladı. Çok iyiydi ama çok uzun diye Vicotüco yaptım. Öyle devam ettik.
Hangi noktada bu kadar çok insana ulaşmaya başladınız?
S.K.: Aslında ilk çıktığında kendi çevremizden başlayan hızlı bir yayılma olmuştu. Keşfeden insanlar çok seviyordu, sürekli içerik istiyorlardı. Sonra 2020’de, pandeminin başında bir artış oldu ama en son “Ölüm Burger” diye bir seri yaptık. Orada iyice arttı. O şekilde bir ilerledi. Yani yavaş yavaş ama hep ilerledi aslında.
Arabada neden 2 kişisiniz?
M.A.: Bu fikre başladığımızda Mert’le yazmamıştık. Bu, Sinan’la yazdığımız bir şeydi. Sonrasında Mert de var. İlk bölümde yoktu ama ikinci bölümde arabada aynada sallanan “o şey” Mert mesela. Öyle bir dinamik kurduk.
S.K.: Mert’in karakteri her bölümde başka bir yerde. Hep enteresan bir şekilde sokalım diye düşündük.
A.M.D.: Evet, joker gibi bir şey.
M.A.: Bir de Mert şiir yazıyor, 2 kişinin sohbetinin arasında şiirlerini okuyan delice bir karakter olarak sokmak istedik. O yüzden de bazen cansız bir nesne, bazen bir insan olabilir.
Peki o arabada gittiğiniz yol nereye gidiyor?
S.K.: Onu da Mert cevaplasın.
A.M.D.: Hiçbir yere gitmiyor ya…. Belli gidiş yok gibi orada aslında o tamamen iki kişinin kurduğu bir diyalog gibi geliyor. Her yerde olabilecek bir şey. Nerede olsun? Arabada da olur, ortada da olur gibi…
Aslında metaforik anlamda sormuştum…
M.A.: Ölüm Burger nezdinde düşününce biraz farklı bir içerik yaptık orada. O yüzden de yani ikisinin de gidişatı bilmediğimiz bir yol gibi. Biz de bilmiyoruz, nereye gidiyor?
A.M.D.: Evet, evet, biz nereye gidiyoruz?
M.A.: Ben daha felsefik giriyorum.
A.M.D.: Aslında, film yapmak çok heyecanlandırdı bizi. “Kuru Kabus”, böyle üçlü dinamik kurduğumuz bir şey oldu. İlerleyen vakitte yine öyle bir şey yapmayı çok istiyoruz. Film yapmak çok zevkli bir şey. Tamamen kendimizi koyabileceğimiz bir şey. Hatta böyle bir çizgi film serisi gibi bir şey planlıyoruz. Senaryosunu yazmaya başladık, yarıladık gibi hatta. Biraz para kazanmaya odaklandık bu süreçte, son birkaç aydır. Birazcık daha böyle depolayıp sonra full çizgi filme kanalize olmak gibi bir gidişat var.
S.K.: Türkiye’nin siyasi standartlarına göre çok büyük hayallerimiz var tabii.
Hepimizin galiba… O değişmeyen bir durum. Peki çocukken hangi çizgi filmleri izliyordunuz?
M.A.: Nickelodeon, Fox Kids.
S.K.: Ben mesela “Andy’nin Nesi Var”ı çok seviyordum. En sevdiğim çizgi film oydu. Çılgın Korsan Jack vardı. Fox Kids tarafında işte Spiderman’lar, Nickelodeon’da Hey Arnorld vardı.
M.A.: Real Monsters falan.
S.K.: Hepsini deli gibi izledik. Hani böyle daha kızlar için olan, prenses çizgi filmi falan onları da izledik.
M.A.: Hepsi farklı, bir Macar prensi gibi bir şey vardı, onu da izlerdim.
A.M.D.: Onu ben hiç sevmedim, izlemiyordum.
S.K.: Şimdi bakınca şeyi hatırlıyorum mesela. O zaman da ben izlerken o animasyonun nasıl yapıldığını düşünüyordum aslında. Hani bunları tek tek çiziyorlar. Mesela öyle bir duvar kırılacağı zaman o duvarın kırılacak kısmı daha farklı bir renkte olurdu. Onu düşünürdüm; “böyle o zaman onu böyle ayrı çiziyorlar”, tamam. Sonradan düşününce aslında demek ki merak ettiğim bir konseptmiş bu genel olarak.
A.M.D.: Biz zaten animasyon eğitimi almadık. Animasyoncu değiliz aslında. Grafik tasarım okuduk hepimiz. Heykel okudum ben. Farklı yerler ama animasyona girip animasyon araştırdıktan sonra fark ettik ki, 90’lardaki bu çizgi filmler bize inanılmaz etki etmiş, teknik anlamda da fikir anlamında da tarz ve mood olarak da. Biz bayağı beslenmişiz ondan geleceğe dair bir çizgi film yapma adına.
M.A.: Evet, bir de şansımıza gerçekten üçümüzün de çocukluğu çok benzer geçmiş.
A.M.D.: Yani ben daha sonra tanıştım onlarla ama aynı şablonu yaşadığımız için etkilendiğimiz şeyler çok ortak. O yüzden estetik anlamında çok böyle birlik sağlandı hemen bir anda.
Mert Değirmencioğlu
Aslında sizden bir önceki kuşakla da direkt bağlantı kurabiliyor çünkü MTV renkleri ve duygusu var.
S.K.: Evet, aslında benzer zaten, yani jenerasyonlar olarak o dönemin televizyonları öyleydi. Çok eğlenceli, renkli, rahat.
Sinan Kutluay
Peki şimdi neler izliyorsunuz?
S.K.: Yani şimdi açıkçası çizgi film anlamında çok fazla şey yok. Onu konuşuyorduk geçende… Nasıl bu kadar iyi şeyler üretilmiş biz çocukken ve şu an bu nasıl azalmış… Daha iyi olması gerekirken… Tabii ki yine çok iyi şeyler var ama sayı olarak o kadar fazla içerik yok gibi. Bu tarz bir çizgi film anlayışı olarak.
M.A.: Bazen işte Miyazaki falan izleyince moralimiz çok bozuluyor. Nasıl yapıyorlar bunları? Geçen işte Akira’yı izledik ve kafamızı bulandırdı yani tabi.
S.K.: Böyle bir şey yapmaya çalıştık, hüsranla sonuçlandı. 3 kişi ile yapılabilecek bir iş değilmiş.
M.A.: Onun dışında Smiling Friends diye bir şey var. Ufak bir seri, o da çok tatlı. Rick and Morty zaten artık o herkes tarafından biliniyor. Şu an bir mizah anlayışı olarak herkesi etkiledi. Özellikle çizgi film tekniği olarak değil de mizah anlayışı ve işleyişi olarak çok yeni bir şey yapmış oldu. O yüzden bizi de etkiledi.
S.K.: Daha çok film izliyoruz. Öyle hayallerimiz de var. Yani gerçekten live action bir şey yapmak belki… Film değil de belki dizi olabilir ama işin o tarafını da denemek istiyoruz.
İşin bütün kurgusunu da senaryosunu da siz yaparak mı devam etmek istiyorsunuz, yoksa birisi size bir senaryoyla gelse birlikte çalışmaya da açık mısınız?
M.A.: İşin yazma-yaratma tarafı ilgimizi çekiyor… Yani tabii ki olmaz değil ama…
A.M.D.: Mesela teknik anlamda birileriyle çalışmak gerekli olabiliyor. Eğer film yapacaksak bir görüntü yönetmeni gibi ama genelde işin kreatif kısmını kimseye bırakmak istemeyiz herhalde. Bizi en çok heyecanlandıran kısım o çünkü.
M.A.: Evet, özendiğimiz şeyler onlar.
Mert Avcı
Anlıyorum. Peki, başarılı olmak ne demek sizin için?
S.K.: Sadece sevdiğim bir şeyi yaparak hayatını devam ettirebilmek bence başarı. İşinden nefret etmeden hayatından para kazanabilmek, yaşayabilmek. Yani o kadar büyük büyük bir para değil ama en azından uğraştığın şey, kıymet verdiğim şeyler olsun.
M.A.: Karşılığını maddi manevi alabildiğin bir hayat yaşadığında bir şekilde başar. Belki yaş ilerledikçe bu başarı kriterini şekli değişiyordur. Çocukken çok daha farklı geliyordu mesela. Şu an bir de ülkenin şartları da biraz tabi onu şekillendirdi.
Başarı algısını küçültüyor mu ülkenin şartları?
M.A.: Yani küçültmüyor ama standardı düşüyor.
S.K.: Bir işten para kazanırsak onu diğer bir işe hemen yatırıyoruz. Zaten iş bizim oyun alanımız olduğu için gidip araba alalım gibi bir hayalimiz olmuyor.
M.A.: Türkiye’de olmamız ve Türkiye’de bunu yapmamız, bir yerde bir delilik gibi. Ama başarı kriteri de buradan geçiyor. Yani burada olmayan, burada yapılmamış bir şeyi yapmak da motive edici bir şey. Biz de biraz onu yaşamak istiyoruz. Yani Türkiye’de bu işi yapmakla, yurt dışında bir yerde yapmak arasında çok farklı motivasyon farkı var.
Kesinlikle. Peki yaratamadığınız zaman ne yapıyorsunuz?
S.K.: Orada da işte 3 kişi olmanın büyük bir avantajı var bence. Çünkü bazen biri tıkanıyor, “Benden yok abi, siz bir şey bulun şu an” diyor. Ama bazen üçümüzün de tıkandığı zamanlar oluyor.
M.A.: Üçümüz de tıkandığında galiba yeni bir soluk gelmesi gerekiyor. Yani bir anda yeni bir kafa geliyor. Yeni bir içerik tipi ya da yeni bir anlayışla bir şeye yükseliyoruz. O zaman geri çıkıyoruz.
Peki bir şeyin iyi olup olmadığına karar verirken nasıl bir süreç işliyor? İki kişinin oyu yeterli mi?
S.K.: Bir kişinin bile oyu yeterli.
A.M.D.: Aynen tohum bir kere ekildi mi diğerlerine de güç verebiliyor.
S.K.: Bazen bir şey çiziyorum. “Çok kötü” diyorum, onlar “Çok iyi” falan diyorlar. “O zaman iyidir” diyorum. Onu hiç sorgulamıyorum ya da tam tersi oluyor.
M.A.: O dinamiği bir şekilde oturttuk. Yani biri gerçekten “Bu inanılmaz iyi” deyip diğerleri “Berbat” asla demedi.
Her gün aynı saatte burada mı buluşuyorsunuz, çalışma düzeniniz nasıl?
A.M.D.: Evet, o sisteme girmek bize çok iyi geldi. Yani böyle belli geldiğimiz ve çıktığımız bir saat var. Sabah ilk, bir saat falan konuşuyoruz. Sadece gündem, muhabbet vesaire, oradan da bir şeyler çıktığı oluyor. Ama onun dışında böyle bir herkesin yavaş yavaş çalışmaya başladığı bir evre oluyor. O öyle başlıyor, işte akşama kadar gidiyor. Arada bir tıkanırsak eğer yürüyüş yapıyoruz.
S.K.: Beyaz yakalı gibiyiz. Sabah 9 akşam 5’e kadar böyle çalışıyoruz.
A.M.D.: Evet, evet, çok askeri bir düzendeyiz yani aslında.
Bir şey üretirken bunu yakalayabilmek aşırı zor.
S.K.: Özellikle birkaç kişi olduğunuz zaman o disiplin olmadan çok zor. Çünkü biri gelmeyecek, diğeri gelmeyecek. Ben geleceğim, o gidecek falan bir şey olacak. O yüzden hiçbir şey yapmayacak olsak bile geliyoruz.
M.A.: Çünkü her zaman yapacak bir şey var gibi.
S.K.: Yok, en kötü durumda, dosyaları, bilgisayarımızı toparlıyoruz. Dosyalara ikonlar çiziyoruz.
Birlikte uzun zaman geçiren kişiler birbirine benzer derler. Siz birbirinizde kendi yansımalarınızı görüyor musunuz?
S.K.: Zaten fark etmişsinizdir.
Peki bu bir noktada birbirinizi beslemenin ötesine geçip dezavantaja dönüşüyor mu bu?
M.A.: Çok oluyor. Ama işimizle alakalı değil. İşimize negatif yansımıyor bu her zaman işe pozitif yansıyor ama sanki hayata ve sosyal hayata karışmayı zorlaştırıyor. Kendi dilimiz, kendi mizah anlayışımız o kadar oturuyor ki dışardan biri anlamıyor. Small talk bile yapamaz hale geliyoruz.
S.K.: “Üstümüz başımız animasyonlu” dediğimiz bir hal…
A.M.D.: Evet öyle bir deyim çıktı. Mesela biri bir yere çağırıyor, işte “Abi yok üstümüz başımız çok animasyonlu gelemeyiz”. Çünkü karşıdakini algılayamıyorum öyle olduğu zaman.
Peki müziğe geçelim, orada nasıl gidiyor işler, neler yapıyorsunuz var mı yeni şarkılar?
S.K.: Biz ikimiz (Mert Avcı) aslında müzik yapıyoruz. Mert ile de görsel dünyasında yine birlikte çalışıyoruz. Klip yapacağız, fotoğraf çekeceğiz.
S.K.: Zafer var bir de işte bizim şu an prodüksiyonlarımızı yapan o tarafta. Yeni bir EP yapıyoruz yakında.
M.A.: 4 şarkılık bir EP. Nova Norda konuk oldu, onunla da bir şarkımız var.
Zaman planlaması var mı şu an?
S.K.: Bir tanesi Temmuz’un başında çıkacak gibi gözüküyor Nova Norda ile olan şarkı. Ondan sonra ayda bir diğerleri çıkacak. Zaten bir albümlük materyalimiz daha var.
Peki birbirinize renkler yansıtsanız nasıl bir ortam oluşur?
M.A.: Sinan’a sarı renklerinde bir şey söylerim. Sen de (Mert) turuncu ya… Böyle bir sıcak 2 renk gibi çok da kopuk göremiyorum yani bilmiyorum benzer bir hal.
S.K.: Ben kendimi yeşil olarak tanımlıyorum.
A.M.D.: Ben kendimi mavi tanımlarım
M.A.: Ben de mavi tanımlarım.
A.M.D.: Ben sana da mavi derdim (Mert’i gösteriyor) sana sarı derdim. (Sinan’ı gösteriyor)
S.K.: Sarı mı, sarı mı? Sarı kötü bir şey değil mi ya?
Yani deliliktir sarı birazcık…
S.K.: Beni deli buluyorlar.
Şu an “Spider-Man: No Way Home”da birbirini gösteren üç Spider-Man meme’i gibisiniz. Kullandığınız pastel tonlar sarkazm efekti mi Instagram gerekliliği mi?
M.A.: Belki söylediğimiz şey ile bir tezatlık oluşturmak için olabilir ya da çok çekici gözüktüğü için. Emin değiliz…
C: Giyimdeki seçimleriniz neyi yansıtıyor?
S.K.: Onlar çok iyi giyiniyor. Genelde ben çok kötü giyiniyorum. Kız arkadaşımın kıyafetlerini giyiyorum.
M.A.: Ya kötü giyinen insanlar değiliz bence asla ama çok da öyle giyime manyak önem verdiğimizi de düşünmüyorum. Belki Mert bu konuda biraz daha dikkatli.
S.K.: Mert’le biz pantolonun alınabildiğini yeni fark ettik. “Pantolon vardır önemsizdir ama tişörttür olay” diye düşünüyorduk. Sonra “Aa pantolon her şeyin rengini değiştirebilen bir şeymiş” dedik.
M.A.: Birazcık kız arkadaşlarımızın etkisi olabiliyor bu konuda. Yani ben hiç önemsemiyordum. Ama şöyle düşünüyorum, her şey artık bir giyimde her parça güzel olabilir. Hani şu ayakkabı kötü, bu ayakkabı iyi şu pantolon kötü diyemiyorum ama çok iyi kombinasyonlar yapan insanlar var. Ben de o yok mesela. O bir cesaret gibi. Biraz ilgi gerekiyor. O kısım gelmedi bana hâlâ. Bir şekilde kotumu giyiyorum çıkıyorum.
O öyle sonra yüklenen bir şey değil yalnız.
M.A.: Haklısın, muhtemelen gelmeyecek o. Biraz böyle seçeneklerin dünyasında çok geriliyorum. Çok fazla seçenek varsa yani. 2 tane olsun, daha kolay seçiliyor. O yüzden de kombinasyon yapmak zor geliyori.
Telefonlarınızın wallpaper’ı nasıl?
A.M.D.: Benimki dümdüz mor.
S.K.: Benim dünya.
M.A.: Bende bir şey yok.
Daha yaratıcı şeyler bekliyordum.
M.A.: Yani teknolojik aletlerde dümdüzüz biz.
S.K.: Şöyle bir şey oldu galiba, biz çok fazla ekrana bakıyoruz yani normal bir insana göre. 9 saat bilgisayar ekranı, tablet işte telefon… Zaten Twitter’da ne oluyor, Türkiye ölüyor mu derken hep ekran başındayız. O yüzden telefonun arkası rahat olsun bari.
A.M.D.: En son hatta bir renk klasörü yaptık. Sadece renkler var. Saat başı değişiyor. Hepimizin masaüstü aynı ama farklı renkler oluyor.
M.A.: Evet bir çizim olmasından daha özel.
S.K.: Ben çok denedim, kendim çizim yaptım. Orası tam, yok yok, saatin üstüne geliyor. Biraz aşağı indim, uğraştım falan sonra midem bulandı.