YELTA KÖM İLE HER ŞEYİN TANIDIK, HER ŞEYİN YABANCI OLDUĞU BİR YERDEYİZ

Röportaj: Ceren Kahveci 

Fotoğraf: Can Görkem

Haritada konumumuzu bulamadığımız, yanından geçtiklerimizin isminin daima dilimizin ucunda kaldığı bir alanda yürüyoruz Yelta Köm ile. Mimarlık eğitiminden beslenerek mekanlarla olan sosyal ve politik ilişkimizi sorgulayan üretimler yapan sanatçı, her şey tanıdık, her şey yabancı sergisinde ise var olan ve olmayan “şey”lerin görünmez bağını alternatif bir gelecek kurgusuna taşıyor. Olasılıklar ve belirsizlikler arasında adım atarken Yelta’yla sanat pratiğini, serginin hikayesini ve susuz çiçekleri konuşuyoruz.

 

Merhaba Yelta, öncelikle sergi için çok tebrikler. Seni biraz kendi kelimelerinle tanıyabilir miyiz? 

Ben Yelta. Uzun yıllardır, hem sanat hem mimarlık alanında, hem de akademide çalışıyorum. Kendi sanat ve araştırma pratiğimin dışında kimi zaman başka sanatçılarla beraber üretim süreçleri, kimi zaman sergi tasarımları ile uğraşıyorum. Yaklaşık on senedir Almanya’da yaşıyorum, yüksek lisans için Staedelschule’ye geldikten sonra ailemin bir kısmının yaşadığı Berlin’e geri döndüm. Şu anda Bauhaus Weimar Üniversite’sinde Görsel Temsiliyet Politikaları ve Pratikleri kürsüsünde çalışıyorum. Öte yandan Herkes İçin Mimarlık, Arazi Assembly gibi ekipler içinde yer alıyorum. Kültür sanat alanının farklı bağlamlarında rol alıp üretim yapmayı seviyorum, bol bol da yazıyorum. Uzun süredir düzenli olarak manifold’a yazsam da, bir çok yayına katkıda bulunuyorum. Seneler önce calling’e de yazdığım bir kaç yazı var.

 

Kazara Gerçek serisi

 

Teknoloji, bürokrasi, toplum ve gelecek üzerine farklı medyumlar kullanarak çalışıyorsun, eleştirel pratiklerle bu konseptleri sorguluyorsun. Kentsel Gözetim Bürosu sergisi de bunu gerçekleştirdiğin alanlardan birisiydi mesela. her şey tanıdık, her şey yabancı ise olası bir geleceğe bakmak için bize farklı yollar sunuyor. Bu alternatif gelecek kurgusu senin, veya geleceğin insanı için nasıl olasılıklar barındırıyor? 

Kurmacayı işlerimin içerisinde oldukça kullanmayı seçiyorum. Bu kurmacada hangi etkenler gerçek hangileri yalan belli olmuyor. Kentsel Gözetim Bürosu’nda gerçekte olmayan bir büroyu kurmaya çalışmıştım. Teknolojiyle olan ilişkimizin geleceği nasıl şekillendirdiğiyle ilgili bir derdim var. Teknolojiyi kullanıyoruz fakat bu bizim algımızı, dünyaya bakışımızı, kenti algılayışımızı nasıl değiştiriyor? Mesela telefonu günümüzde kenti algılamak için kullanıyoruz. Almanya’ya taşındıktan sonra Google sokak imgelerinde bazı binaların bulanık olduğunu gördüm ve eğer kenti bulanık imgeler aracılığıyla algılamaya başlarsak geleceğin kent algısının belki de gittikçe bulanıklaşacağını düşündüm. Bunun üzerine spekülasyonlar yapmaya başlayıp, nerelerde takip edildiğimiz üzerine kafa yorarken Kentsel Gözetim Bürosu’nu ortaya çıkarmıştım. Geleceği okumanın türlü yöntemleri nasıl olabilir diye düşünüyordum. Bilimin de bir modeller bütünü olup, tek bir analitik gerçeklikle anılmasıyla ilgili bir derdim var aslında. Onu başka nasıl tekniklerle nasıl çoğaltabiliriz? Mesela kurşun dökmek, fal bakmak… Kazara Gerçek serisindeki imgeler ne kadar analitik, bilimsel bir görsel gibi dursa da aslında bunlar benim döktüğüm kurşunlar. Kurşun eski çağlardan gelen hem bir gelecek okuma hem de koruma yöntemi. Alman kültüründe de var, Çekoslovakya’da var. Romalılar şehirlerin altını yaparken kurşun kullanıyorlar, Babil’de, Asurlular da kullanılıyor, bugün tüm teknoloji ürünlerinde de kurşun mevcut. Bir yandan oldukça zehirli olan bir materyal ama aynı zamanda spiritüel olarak da koruyucu bir değeri var. Molibdomansi olarak anılan bu pratik, bilimin kurduğu modelleri nasıl bozabileceğimizi de gösteriyor. Bu sergideki tüm objeleri aynı zamanda gelecek okuma aygıtları olarak da görüyorum. 

 

“Ben sanatı bir anlamda araştırma pratiği olarak kullanmaya çalışıyorum. Sanat ile araştırmanın nasıl olduğuna, bir artizan pratik dışında tahayyülümün nasıl dönüştüğüne odaklanmaya çalışıyorum.”

 

Bu İstanbul’daki ilk kişisel sergin. Planlama aşaması nasıldı dersin? 

Bu serginin üzerinde 14 Mart 2020’den beri, yani yaklaşık üç senedir çalışılıyor. Pandemi yüzünden ertelenmişti ama ertelendikçe zamanla her şey daha da birbirinin içine girmeye başladı. Benim için heyecanlıydı, sürecin başından beri desteği olan Elif Çak ve Versus Art Project’ten Mert Ünsal ve Leyla Ünsal geçmişe doğru tüm aşamalarını gördüler ve desteklediler. Onun dışında Kubilay Ercelep ve Serap Kaçmaz var uzun zamandır beraber çalıştığım, onların desteğini her aşamada aldım diyebilirim. Sonrasında ise serginin küratörü Ulya Soley ile tanışmamız sergiyi son haline getirdi. Serginin hem katmanlanmasını, aynı zamanda arınmasını sağladı, tüm işlere kısa hikayeler yazdı. Ben sanatı bir anlamda araştırma pratiği olarak kullanmaya çalışıyorum. Sanat ile araştırmanın nasıl olduğuna, bir artizan pratik dışında tahayyülümün nasıl dönüştüğüne odaklanmaya çalışıyorum. Bu sergi şekillendikçe metin, şiir ve edebiyat da işin içine girmeye başladı. Serginin romantik bir kısmı var, tüm işlerin ismi aslında oldukça hisli. Daha demin bahsettiğimiz serinin ismi Kazara Gerçek, içerideki Bulanık Topraklar üzerinde bulunduğumuz sonsuz fonun ismi. Köşedeki Korkma Her Şey Yoluna Girecek ise bir şiir parçası. 

 

Korkma Her Şey Yoluna Girecek bir robota atfedilen bir şiir parçası değil mi?

Robottan çok bir elektronik parçanın nasıl iletişim kurduğuna, bizde nasıl duygular yarattığına bakıyoruz aslında burada. Teknolojiye hakim olan dil daima eril bir yerden kuruluyor, bu eril dilin de çoğu zaman duyguları değersizleştirdiğini, ötelediğini düşünüyorum. Bu iki dünya arasında bir bağ kurmak mümkün olamaz mı? Şiiri bir metot olarak kullanıp bu parçaların nasıl iletişim kurduğuna bakıyorum. Bir çiçeğe baktığımızda duygulanıyoruz ama aslında dijital bir çiçeğe baktığımda da duygulanıyoruz, bu serginin sonundaki çiçek gibi. 

 

Korkma Her Şey Yoluna Girecek

 

Dijital ayak izimiz ile karşı karşıya geldiğimiz, kendi çevrimiçi yolculuğumuza uzaktan bakabildiğimiz bir alandayız. Serginin başlığı, veriler aracılığıyla başkalarının bizi tanımasına bir atıf mı? 

İçeri girdiğinizde fosile benzeyen bir obje var. Aslında tanıdık bir obje ama yabancı da. Buradaki bulunanların hiçbiri bildiğimiz sistemler üzerine kurulmuş şeyler değil. Serginin ilerisinde haritalar, hava fotoğrafları var. Gösterdikleri mekanlar çok tanıdık ama aslında gerçekte var olan yerler değil. Sergideki kurmaca alanın içerisinde neyin gerçek neyin yabancı olduğuna eşlik eden hikayeler bulunuyor, burada her şeyin gerçek ama aynı zamanda da olmadığını sorguluyorum. Mesela sergideki telefon parçası oldukça tanıdık bir obje fakat toprağın içinden çıkan bir fosil gibi. Tanıdık bir şeyin isimlendirilemeyen bir hali. Bu videodaki görüntüler de çok alışık olduğumuz imgeler ama zamanla değişiyor, başka şeylere dönüşüyor. 

 

“Çok olasılık var ve burası aslında o olasılıkların içerisinde kalan bir alan. Etraf değişiyor, evet, ama bizim şu anda bulunduğumuz yer bir olasılık anı.”

 

Arkeoloji ve mimari gibi, yeryüzünü ve yeryüzünden çalıştığın disiplinlerin dijital mecralardaki olasılıklarını çalışıyorsun. Tanıdık olma ve yabancılaşma senin için nasıl gerçekleşiyor bu mecrada? Pratiğini bu alanda geliştirmek dijital varoluşa bakış açını bir sanatçı olarak nasıl şekillendiriyor? 

Mimarlık eğitimi aldığım için mekanla ilgili bir derdim var. Bu dert plan çizmekten haritalara kadar uzuyor ve fiziksel alanın bana verdiği bir rahatlık da var. Şu an üzerinde durduğumuz yeşil alan bir grid. Hani haritada her şey yüklenmez, bazı kısımlar çizgili, yeşil bir görünümde önüne çıkar. Toprağın içerisinden çıkan bu alan da böyle geliyor bana. Kurmaca olmasıyla beraber bu alan bir fon, burada bir yabancılaşma hali var. Böylece burada dolaşan kişi bulunduğu yerin aslında sahte olduğunun farkında. Bunun biraz da altını çizerek gerçekten de buranın bir sahne alanı olduğunu göstermek istedim. Grid ve farklı projeksiyon sistemleri derken bunların üzerinden oynayarak ben de yeni anlatılar oluşturmaya çalışıyorum. Temsilin ve imgenin bizim hayal gücümüzü nasıl işgal ettiğini ve yeni imgelerle bunu nasıl çoğaltabileceğimize bakıyorum. 

 

 

Sonsuz bir fonda, tarihsiz bir noktadasın.” diyor sergi bize. Her şeyin tanıdık ve aynı zamanda yabancı olduğu bu gelecekte biz alanımızı nasıl kuruyoruz, nasıl konumlandırıyoruz kendimizi? 

Çok olasılık var ve burası aslında o olasılıkların içerisinde kalan bir alan. Etraf değişiyor, evet, ama bizim şu anda bulunduğumuz yer bir olasılık anı. Üç gün sonra sergiyi anlatırken başka türlü anlatabilirim çünkü bir sürü farklı dünya barındırıyor bu olasılıklar. Gerçek olmayan şeyler algısı bir de Olmayan Yerlerde Buluş Benimle serisinde pekişiyor. Birbirimize yazdığımız e-maillerin, mesajların farklı noktalarda birbirleriyle buluşmasının üzerine kafa yorarken bu birleşmenin hangi veri merkezinde oluştuğunu, hangi dünya görüşüne hizmet ettiğini düşünmeye, arkasındaki bu gerçekliği fark etmeye başladım. Sonra bilgisayarla o veri merkezlerini yeniden üretmeye başladım. Bu alan bir operasyon odası gibi gözüküyor bir yandan ya, o benzerlik üretim sürecinde çok hoşuma gitmeye başladı. Bu tür hava fotoğraflama, lokasyon paylaşma teknolojileri savunma sanayii ve savaş endüstrisinin desteklenmesiyle bugün bu kadar ilerledi. Bir nebze askeri imgelere benzeyen seri o tansiyonu ve gerginliği gösteriyor. Bu ilişkiyi hiçbir zaman unutmamamız gerektiğine, haritaların aslında ne kadar politik olduğuna dair bir hikaye mevcut burada. 

 

Olmayan Yerlerde Buluş Benimle

 

Bir siteye girerken, robot olmadığımızı kanıtlamak için ruhsuz gözüken fotoğraflardan doğru olanları seçmemiz gerekiyor. O fotoğrafların hayattan kopuk gözükmesinin sebebi ise bir robotun gözünden, Google harita imgeleriyle dünyaya bakıyor olmamızmış. Peki sen bu olmayan yerlerin haritasına nasıl vardın? Taban olarak hangi imgelerden yararlandın mesela?  

Farklı noktalardan fotoğraflar kullanıp onları yeniden ürettim, burada gördükleriniz benim algoritmalarla beraber ürettiğim imgeler. Olmayan yerlerin haritasının tabanını farklı hava fotoğrafı servislerinden alınan görseller oluşturuyor. Dünyayı ölçmek için kullanılan kalibrasyon noktaları var, uyduların hava fotoğrafı çekmesini sağlıyor. Bir yandan da bu noktalarla birleştirdim bu görselleri. Gördükleriniz bilgisayarda ürettiğim onlarca imajın içerisinden benim seçtiklerim.

 

Serginin girişinde, gerçeklik içinde birtakım glitchler bulunduran bir alana girdiğimiz söyleniyor bize. 

Buradakilerin tamamı hem glitch hem değil çünkü bu serginin belirsizlik ve alışkanlık üzerine kurulan bir tarafı var. Sergi aslında hiçbir şeyi netleştirmeme, açıklığa kavuşturmama üzerine kurulu. O yüzden de kimi noktalarda biraz kafa karıştırıcı, mesela gördükleriniz gerçek bir hava fotoğrafı gibi ama değil. O glitch hissi hep buralarda oluşuyor, belirsizliklerin üzerinden oynamak benim hoşuma gidiyor açıkçası. İmgeler ne kadar belirsiz olursa o kadar farklı olasılık barındırıyor. Sergi alanının son yeri olan koridorda bulunan seri Her Şey Tanıdık, Her Şey Yabancı, döktüğüm kurşunları elimde tutup taradığım imgeleri tekrar yapay zekayla türettiğim görsellerden oluşuyor. Elimdekiler kurşun parçaları gibi duruyor ama bir yandan da burada bir sanatçının eli mevcut. Bu el birkaç farklı konuyu açıyor, hem sanatçının elinin bir parçaya ne kadar değdiği tartışmasını hem de erken çağlardan beri süre gelen tanrının eli imgesini hatırlatıyor. O tartışma ve bu üretim arasındaki ilişki hoşuma gidiyor. Bu alandaki son iki iş ise daha çok duygular üzerine oynuyor. Gün Olur Erişirler İkimize’de bir el mevcut ve fosil içinde kalmış bir görüntüsü var, suyun altında sabit kalmış. Olasılıkların Duyguları ise bahsettiğimiz glitch meselelerine atıf olarak dijital, susuz bir çiçekten ibaret. Serginin akışı duygulara hitap ederek sonlanıyor, bu olasılıkların duygularının nasıl işlediğiyle, bizimle nasıl iletişim kurduğuyla ilgilenen bir son. Sadece şiir değil, imgeler ve ikonlardan da beslenen bir iletişim alanı burası. 

 

Gün Olur Erişirler İkimize parçasının önünde Yelta Köm

Her Şey Tanıdık, Her Şey Yabancı serisi

 

Son olarak, bu sergi konsepti senin için hep mevcut olan bir fikir miydi, yoksa çıkış noktasının özel bir hikayesi var mı? 

Bir süre sonra fark ettim ki mesele hep aynıydı benim için. Bazen 2004’te yazdığım notları buluyorum ve dertlerimin yine dünyanın neresinde olduğumuzla ve buna nasıl baktığımızla ilgili olduğunu görüyorum. Hatta sergi için seçtiğim önceki başlıklarından biri “Konum Attım Yalnızlığaydı”. Dünyadaki konumumuz neresi ve biz bunu nasıl algılıyor ve nasıl bozuyoruz? Bunu irdeliyorum hep. Bir yandan da bu kurmaca dünyayı keyifli buluyorum, kendi gerçekliğimden kopup dışardan bakıp yeni şeyler düşünmek üretim alanımı tanımlıyor.

 

Olasılıkların Duyguları

 

“her şey tanıdık, her şey yabancı” sergisini, 30 Nisan 2023’e kadar Versus Art Project’te ziyaret edebilirsiniz.

#komünitecalling Sayısını Okumaya Devam Et