DA POET ve BARIŞ DEMİREL İLE BUGÜNLERİ VE YARINLARINA DAİR

Fotoğraf: Can Görkem

Röportaj: Merve Evirgen

 

1-10 Ekim tarihleri arasında onlarca müzisyeni yepyeni sahnelerde bizlerle buluşturan 31. Akbank Caz Festivali’nin bir ayağı da Da Poet ve Barış Demirel ile geçtiğimiz Pazar günü callinghouse’daydı. Yıllardır birlikte üreten MC ve beatmaker Da Poet ile trompet sanatçısı Barış Demirel’i sahnelerinden önce yakaladık ve keşke daha uzun sürse dediğimiz bir sohbette buluştuk. Muhteşem keyifli bir konseri bizim için daha da taçlandıran bu sohbetimizi aşağıda bulabilirsiniz.

 

Yıllardır hip-hop’ın içinde olan iki profesyonel isim olarak, janrın son zamanlarda dönüştüğü yalnızca trap odaklı, viralleşmeye oynayan tek tip bir hale gelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Da Poet: Aslında bu her popülerleşen alt kültürün başına gelen bir durum. Trap’in de başına geldi, şimdi de drill var mesela. Orada herkes bir pasta görüyor ve orada bir yığılma oluşuyor, herkes oraya çullanıyor. Artık malum müzik yapmak da ulaştırmak da çok kolay. Dolayısıyla öyle bir kestirmeden yapma ve karşılığını alma hevesi var özellikle gençlerde. Bu çok normal bir şey, bütün dünyada da böyle. Bugün trap, drill olur, yarın başka bir şey olur. 10 sene önce dubstep vardı herkes ona yığılmıştı, 2000’lerde house, 90’ların sonuna doğru drum and bass… O yığılma hep olacaktır bu kaçınılmaz, ülkede cevap almasının sebebi de ticari olarak başarılı örneklerinin olması işte Ezhel, Khontkar, Uzi gibi… Janra dair bir de böyle rol modeller olunca hızlıca türevleri doğuyor.

 

Peki pastanın bütün dilimlerini bu isimler ve etrafında gezenlerin yemesi hiç rahatsızlık vermiyor mu?

Da Poet: Aslında hayır, çünkü bu yine bütün türler için geçerli. “Basit” müzikler bunlar, ama kötü anlamda “basit” olmak zorunda değil. Yani mesajı basit, dans ettirir, bir yere gittiğinde o müzikle rahatlıkla dans edebilirsin, enerjini atabilirsin, bir güruha, bir çeteye ait olma ihtiyacını karşılar. Bir de şöyle bir şey var, biz de mesela bugün buradaysak, alternatif anlamda hip-hop üreten isimler de sesini duyurabiliyorsa janrın popülerleşmesinin de bunda payı var. Alternatif de işine geliyor en nihayetinde. Ben çok uzun zamandır bunu yapıyorum ve yapmaya da devam edeceğim, piyasada ne değişirse değişsin.

 

Biraz aşk hikâyenizi dinleyelim, müzikal uyumu bu kadar yüksek olan iki isim olarak nasıl tanıştınız, birlikte üretmeye ne noktada karar verdiniz?

Barış: Aslında şöyle, Da Poet’i ben çok uzun zamandır, yıllardır hip-hop sahnesinde olan biri olarak biliyor ve takip ediyordum. Da Poet de beni biliyormuş, dinliyormuş. Ben de bir yandan Kamufle’nin orkestrasında çalıyordum. Da Poet de bir gün Kamufle’nin konserine konuk oldu, orada tanıştık ve sonra muhabbetimiz başladı. Sonra da Kamufle’nin albüm kayıtlarını yaparken baktık daha çok vakit geçiriyoruz, müzikal olarak da kafalarımız uyuşuyor, ben, Da Poet ve Kamufle ortak bir şarkı yaptık ve sonra da devamı geldi. Ardından DPBD doğdu. Ardından da konserler, projeler geldi devamında.

 

 

Bu kadar uyumlu bir ikili olarak eminim ki ortak ilhamlarınız, ortak keşifleriniz de vardır. Da Poet ve Barış bir araya gelip müzik konuştuğunda kimleri över, kimleri birbirine heyecanla anlatır?

Da Poet: Tabii bizim ortak bir background’umuz da var, ikimiz de 90’larda büyümüş çocuklarız, aynı yaştayız, 88 doğumluyuz. Farkında olmadan aynı tedrisattan geçmişiz. Özellikle işte The Offspring’i, Rage Against the Machine’i Barış da dinlemiş, hepsini yalayıp yutmuş.

Barış: Bu arada bunun içinde Saadettin Teksoy da var, Sıcağı Sıcağına da var, müzikten ziyade tüm o 90’lar popüler kültürü de var! Mesela gece saat 2, biliyorum onun uyuduğunu, halay müziklerini araştırıyorum harika bir bağlama partisyonu bulmuşum, onu hemen Da Poet’e yolluyorum biliyorum çünkü onun da ilgilendiğini. Orada işte komik veya ciddi bir aralıkta gezen ortak bir vibe’ımız var.

Da Poet: Bir de şu var, bence ikili ortaklıklarda çok aynı olmak her zaman çalışmıyor, o yüzden ayrıştığımız noktalar da bizi besliyor. Ben mesela çok fazla underground rap, 90’lar hip-hop dinlerim, Barış da bana göre daha çok Radiohead tipinde bir adam. Bu farklılık da üretimde zenginlik getiriyor.

 

İkiniz de solo müzisyenler olsanız da belki de en çok iş birliği yapan, kolektif projelerde yer alan isimlersiniz. Bir “band”de yer almaktansa böylesi üretmeye daha mı açık sizce?

Da Poet: Bu benim en başından beri tercih ettiğim bir şey, birbirimize de Barış’la her zaman önceliğimizin solo işlerimiz olduğunu söylüyoruz. Müzikal anlamda olsun veya hayatın her alanında, birey olarak kendi ayakların üzerinde durabildikten sonra yan yana geldiğinde ürettiğin daha da zenginleşiyor.

Barış: Biz biraz da birbirimizi müzikal olarak da arkadaş olarak da iyi tanıyan iki insan olduğumuz için bir projede var olduğumuzda bunu devam ettirebiliyoruz. Beraber çalışabildiğimiz için. Grup müziği yapmak zor. Bir sürü farklı insan var, birbirini ikna etme durumu var, istişare edebilmek var. Demokrasi müthiş bir şey ama grup müziğinde olmuyor.

Da Poet: Aynen öyle, her şeyi oylarsanız o iş yürümüyor. Herkesin aynı anda mutlu olması mümkün değil.

 

 

Dijital servis sağlayıcıların müzisyenlerin ürettiklerini yayımlamasını kolaylaştırdığı kadar piyasayı inanılmaz rekabetçi bir hale getirdiği de son yıllardır sıkılmadan konuştuğumuz bir gerçek. Tecrübeli veya newcoming fark etmeksizin bütün müzisyenler eserini yayımlayabilse de dinleyicisine nasıl ulaştırabileceği, kitlesini nasıl geliştirebileceği konusunda ümitsiz. Sizce bu işin gidişatı nasıl olacak, siz karamsar tarafta olanlardan mısınız yoksa ümitli misiniz?

Da Poet: Tabii dediğin gibi olumlu noktası da var, çok seslilik iyidir, insanların büyük labellara, büyük stüdyolara ihtiyacı olmadan seyircinin karşısına çıkabilmesi güzel bir şey ama tabii ki bu kirlilik de yaratıyor. Bu kirliliğin içerisinde oradaki incileri, altınları göremiyorsunuz maalesef. Ben streaming platformlarının adil olmasını beklemiyorum, hiçbir zaman da olmayacak, sadece sanatçılar olarak bildiğimiz yöntemleri biraz değiştirmemiz gerekiyor. Mesela ben kendi label’ımı kurdum, tam da pandeminin başına denk geldi.  Orada yaptığım şey kendi sitem üzerinden birinci kalite wav audio’ları direkt dinleyiciye satmaktı. Başkası başka bir şey bulur, kimi merchandise satıyor, kimi plak basıyor, hâlâ fizikseli sürdürmeye çalışıyor. Bir milyon dinlenmekle bir milyon kaset satmak aynı şey değil. Sanatçıların yeni yöntemler bularak bunu değiştirmeleri gerekiyor. Platformlardan herhangi bir şey beklemememiz gerektiğini düşünüyorum. Sanatçılar bunu kendileri yapacak.

Barış: Olay bir noktada şuna benziyor, nasıl işte influencerlar, sosyal medya fenomenleri varsa, onlar da sürekli içerik üretmek zorundaysa, müzisyenler için de oyunun kuralı bu oldu. İş çok çabuk tüketiliyor, her Cuma eşlerimizin dostlarımızın arkadaşlarıımızın işleri yayımlanıyor ve hızlıca unutuluyor. Ürettiğin şey “eser”den ziyade “içeriğe” dönüşüyor. Sen ne kadar uğraşıp çalışıp didinip üretsen de çok çabuk tüketiliyor ve senin devamlı yeni bir şeyler yapman gerekiyor.

Da Poet: İşte sen artık o Instagram fenomeniyle, Tik-Tokerla aynısın. Sanatçılar nasıl korsana karşı streaming’i bulduysa, streaming’e karşı da yeni bir yol bulmak zorundalar. Nasıl Radiohead In Rainbows için yaptıysa, yine rol modellerle olacak bir iş bu.

 

Bu sorum Da Poet’e: hip-hop dünyasında beatmaker’lar hep yardımcı oyuncu kalmış gibi gelir bana, isimlerinden yeterince bahsedilmez, MC’ler daha çok öne çıkar. Bir futbol takımının kalecisi hatta belki teknik direktörü gibidir beatmaker’lar ama hep Messi’ler Ronaldo’lar konuşulur. Sence de böyle mi? Hem bir beatmaker hem de bir MC olarak sen ne düşünüyorsun bu konuda?

Da Poet: Bence hatta futbol takımının malzemecisi gibi.  Maalesef öyle, bu işten para kazanan insanların bu konuyu yeterince öne çıkarmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla geri kalan insanlar da daha basite, ucuza kaçıyorlar. Böylelikle kendi kuyruğunu yiyen yılana dönüyor iş. Bence müziğe dinleyicinin de bakış açışıyla alakalı. Bütün olarak bakmak gerekiyor, işte müziği kim yaptı, sözlerini kim yazdı. 5 tane şarkı saysak çoğu insan bestecisi kim bilmez. Mesela şu güzel artık yeni yeni yapılmaya başlandı, şarkı mesela X kişisinin, yanında “prod by” diye yazılıyor, bu çok şık bir hareket. Tabii bunun artması gerekiyor.

 

 

Bu sorum da Barış’a: Seni trompetinle ayrılmaz bir ikili olarak tanıdık, fakat multienstrümantalist olduğunu da biliyoruz. Main enstrüman olarak trompeti seçmenin nedeni ne, bir kırılma anı hatırlıyor musun?

Barış: Ailemin teşvikiyle zaten ilkokuldan beri gitar çalıyordum, kurcalamak istediğim herhangi bir enstrümanı da kendimce tanımaya çalışıyordum. 2008’in sonlarına doğru, küçük küçük birkaç amatör grubum vardı, Peyote’de çalardık, orası bir okul gibiydi orada tanıştığımız, birlikte çaldığımız insanlar şimdi bambaşka yerlerde, onlarla şimdi bir festivalde sahnede karşılaşmak çok değerli geliyor. İşte bir grubum olsun, onda da biri trompet çalsın istiyordum, ama araştırdığımda bütün trompet çalan insanlar senelerce bunu okumuş öğrenmiş ve haklı olarak ekmeğinin peşinde koşan insanlardı. Dolayısıyla senin o amatör grubuna kimse gelmeyecek. Ben de çok seviyordum trompet sesini, bari ben bir çalışayım öğreneyim, belki bir şeyler olur dedim ve ilk çalmaya başladığım andan itibaren de bir uzvum gibi oldu benim. Çaldığım zaman gerçekten mutlu hissediyorum kendimi, yalnızca bir dakika da çalsam, kısacık da çalsam, bir saat de çalsam, bütün güne de yaysam beni gerçekten oradan çekip çıkaran, olduğum yerden alıp götüren bir şey o.

 

 

Peki üretirken trompetle mi yola çıkıyorsun yoksa enstrümanlar değişiyor mu?

Barış: O değişiyor aslında, trompet genelde leading enstrüman. Üretirken tabii müziğimin odağı haline gelmeye başladı. Ama müzik yaparken trompet genelde melodi veya solo kısımlarda bulunan bir enstrüman, üretirken “evet ben bunu trompetle buldum” da diyemem, gitarla bir şey buluyorum mesela sonra diyorum ki “evet şimdi buraya trompet geliyor”, trompeti öne çekip çıkaracak, ona hizmet edecek şeyler aslında diğer enstrümanlar. Hatta vokal, bütün prodüksiyon, bütün düşündüğüm aranjman bile. Her şey günün sonunda trompete oynuyor, çünkü trompetçiyim!

 

Canlı müzik sektörü pandeminin yaralarını yavaş yavaş sarmaya başladıysa da mainstream olmayan sanatçıların kendine sahne bulmakta hâlâ zorlandığı da bir gerçek maalesef. Akbank Caz Festivali bunu gözeten programlamasıyla yüzlerimizi güldürse de, sizin sektörün geri kalanından beklentileriniz nelerdir?

Da Poet: Eskiye göre kesinlikle çok daha iyi durumda tabii sahne ama tabii ki daha da iyi olabilir. Alternatife yönelmeleri benim için her zaman gurur verici, benim burada Barış’la bulunmam mesela. Ama kesinlikle çok daha fazla sahne olması gerekiyor, İstanbul dışına çıkıp ülkeye yayılması gerekiyor. Alternatife destek olan sahnelerin, sponsorların daha da artması gerekiyor. Ben mesela kendi adıma İzmir’de çalacak sahne bulamıyorum. Ya devasa mekânlar var, ya çok çok küçük mekânlar. Tabii biraz da ülkenin gerçekleriyle çok paralel bir konu bu. Ekonomik, sosyolojik ve politik gerçekleriyle çok doğrudan ilişkili.

Barış: Eğer bir mekân, satacağı biletle gecenin giderini garanti edecek bir grup dışında bir gece yapacaksa elbette sponsor desteğine ihtiyaç duyuyor, elimizin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki sponsorlar da hangi birine destek olsun yüzlerce var, dolayısıyla konu sponsorların sayısının mutlaka artması gerektiğine geliyor.

Da Poet: Öğrencilerle ilgili durum özellikle çözülmesi gereken temel bir problem. Şu an bir üniversite öğrencisi bırakın konsere gitmeyi henüz barınamıyorken, diyemiyorsun ki gel bak konserime bilet 100 lira, içeride içeceğin 40 lira… Ben kendi adıma utanıyorum artık maalesef. Bütün konuların çözümü aslında aynı yere gidiyor.

 

Akbank Caz Festivali gibi yıllardır sektörde tutkulu bir şekilde varlığını sürdüren ama gelenekselin aksine farklı müzik türlerini de içine alan bir festivalde yer almak nasıl hissettiriyor? Bundan önceki performanslarını düşününce bunu farklı kılan/söylemek isteyeceğiniz bir şey olur mu?

Barış: Ben ilk defa 2012’de katıldım Akbank Caz Festivali’ne, yıllardır katılıyorum, yeri geliyor farklı kolaborasyonlarla sahne alıyorum, yeri geliyor kendi projem için, festivalin plağı için çalıyorum, şimdi de DPBD ile yer alıyoruz, bunlar çok mutlu eden şeyler. Bir yandan tabii keşke böyle fırsatlar daha çok olsa. Zaten baktığınızda Türkiye’de yıllardır bunu majör olarak sürdürebilen iki tane festival var, yeni yeni daha küçük ölçekli festivaller doğmaya başladı, umarım sayısı artar. Burada olmak bana her zaman iyi hissettiriyor zaten, “Akbank’ta mıyız evet ya çok güzel bir şey bu!” gibi.

Da Poet: Benim de ikinci bu, bir de Gaslamp Killer’ın Babylon konseri öncesi sahne almıştım.

Barış: Benim için bir de şöyle değerli bir tarafı var, bir gün bir telefon geldi bana, İmer Demirer vasıtasıyla rahmetli Mehmet Uluğ’a önerilmişim, bir gün Mehmet Abi de aradı beni “biz seni Akbank Caz Festivali’ne düşünüyoruz” diye, o zamandan beridir de hep Pozitif’ten olsun, Akbank ekibinden olsun birileriyle denk geldiğimizde “Aaa Mehmet Uluğ’un keşfi” diye tanımlanmak çok gurur verici.

Da Poet: Bu festivalin böyle birçok dala dokunması bizi çok mutlu ediyor, bu ağaç köklü bir ağaç ve dallarının, yapraklarının da daha çok şeyi kapsaması bizi gururlandırıyor.

DA POET ve BARIŞ DEMİREL İLE BUGÜNLERİ VE YARINLARINA DAİR Sayısını Okumaya Devam Et