DAHA İYİSİ OLAMAZDI

Yazı: Beril Eski

 

Aynı Nehirden Geçmek filmiyle ilgili bir şeyler yazmamı istediklerinde çok da heveskar değildim. Ne dünyaca ünlü Magnum fotoğrafçısı Josef Koudelka hakkında, ne de Türkiye’de altı yılda fotoğrafladığı Helen ve Roma kalıntıları hakkında pek bir bilgim yoktu.

Pek az şey bilmenin tedirginliğiyle filmi izlemeye başladım. Koudelka’yı takip eden kadrajla nereye baktığını takip edebiliyordum. Ama filmle bir türlü bağ kuramıyordum. Ta ki Koudelka’nın “Bu taşların kaç yaşında olduğuyla, hangi tapınak olduğuyla ilgilenmiyorum. Benim için önemli olan tek şey güzel olmaları” sözlerini işitene kadar.

Aynı Nehirden Geçmek, sakin, hazmedilmiş bir yolculuk filmi. Seksen dakika boyunca böylesine bir tempo, pekala, renksiz ve kokusuz olabilirdi. Ancak Koudelka’nın, belgeseli çeken Coşkun Aşar’la giderek yakınlaşması, Aşar’ın kamerasını bir nevi devre dışı bırakan mahrem sohbetleri, izleyeni izleyen olmaktan çıkarıyor, tesadüfen yan masaya kulak kabartan ve merakını bastıramayan bir gözetmene dönüştürüyor. İzleyiciyi, izleyici olmanın sorumluluğundan kurtarıyor, filmi yalnızca dürtüsel bir ilgiyle takip etmesine imkan veriyor.

Koudelka, bir röportajında “çok da zengin olmayan, çok fazla özgürlük olmayan ve seyahat etme imkanı bulunmayan bir ülkede”, Çekoslavakya’da büyüdüğü için çok şanslı olduğunu söylüyor. Sözlerinde dar ve kısıtlı bir memlekette büyümenin sıkıntısı hissediliyor elbette. Ama asıl söylediği, bu sıkıntının öfke ve hırstan ziyade, başka bir anlama açıldığı, Koudelka’nın kimsenin görmediği ya da görmek istemediği kapıları zorladığı.

Filmin ilerleyen dakikalarında, Koudelka’yı bir köy restoranında görüyoruz. Plastik örtüler, plastik çiçekler. Boş kahvaltılıklar, tabaklarda zeytin çekirdekleri. Ağzını siliyor, gözleri ışıldıyor, gülümsüyor. “Daha iyisi olamazdı” diyor. Kollarını iki yana açıyor. “Yola çıkalım” dercesine masaya vuruyor. Yaşanmışlıkla yaşanacakların arasındaki o kısa ana, hayattan aldığı zevkin damgasını vuruyor. Kimsenin ondan bu zenginliği alamayacağını biliyor.

Koudelka’nın söylediklerinde dinleyeni çarpan şey yenilikten ziyade, fotoğraflarına benzer uslübu. Başımıza gelse gücenmişlikle, gocunmuşlukla bakacağımız yaşanmışlıkları gururlu, sakin ve neredeyse kaderci bir tonla ele alıyor. Başkalarının imtiyazlarına takılmıyor, onlarla kıyas gütmüyor, savrulmuyor, kendi akışında olgunlaşıyor.

Film, Koudelka’nın yol üzerine düşünceleriyle bitiyor. Yola çıkmak için bir hedef gerekir diyor fotoğrafçı, “Ama hedef yalnızca yola çıkmak için önemlidir.”

“Olur da yolda karşınıza güzel bir şey çıkarsa, hedefi unutmalı ve sonuna kadar tadını çıkarmalısınız. Tıpkı şimdi olduğu gibi, ışık geliyor. Ve çok güzel” diyor, kamerasını alıyor ve fotoğraf çekmeye devam ediyor.

Ya evet, ya hayır

Altı yıla yayılan antik kent yolculuğunda Koudelka’ya eşlik eden, 130 saatlik görüntü ve 30 saatlik ses kaydı toplayan fotoğrafçı Coşkun Aşar, belgeseli, eski dostu sinemacı Ayhan Hacıfazlıoğlu’yla birlikte senaryolaştırmış. Üç yıl süren kurgu aşamasının ardından Aşar ve Hacıfazlıoğlu, “Mr. No” olarak tanınan Koudelka’ya göstermek için Paris’teki evine gitmişler. Sabah 10:00’da misafirlerini schnapps’lerle karşılayan Koudelka, filmi iki defa üst üste izlemiş ve hiçbir yorumda bulunmamış.

Aşar ve Hacıfazlıoğlu, nafile bir çabayla fotoğrafçının mimiklerinden, sessizliğinden, yorumsuzluğundan bir şeyler çıkarmaya çalışırken, Koudelka filmi yakın arkadaşlarına göstermek istediğini söylemiş. Koudelka için her şeyin siyah ya da beyaz olduğunu bilen Hacıfazlıoğlu, onay alamadıkları takdirde, yılların emeğinin çöpe gitmesine hazırmış:

“Ne olacağı belli değildi. Bir hiç için çalıştık. Ya evetti, ya hayırdı. Hayır derse de hayır, şurasını eğelin bükelim gibi bir durumu da yok. Net, ve çok haklı. Gösterimden sonra arkadaşlarının bazıları eleştiriler yöneltti ve Josef filmi savunmaya başladı. Biz Coşkun’la o an göz göze geldik – galiba kabul edecek, dedik.”

“Sonra da icazeti verdi ve anladık, biz bunu becerebildik.”

‘Koudelka, bize hissettirmeye çalıştığı duyguyu geçiriyor’

Koudelka, 1990’lardan bu yana tüm Akdeniz ve ege coğrafyasında sürdürdüğü “Ruins” (Kalıntılar) projesinin Türkiye ayağını çekmek üzere, arkadaşlarının da tavsiyesiyle 2008 yılında Aşar’a ulaşmış.

“Ben o noktada çok heyecanlandım çünkü ben fotoğrafa başladığım dönemlerde Koudelka benim için dünyadaki idollerden biriydi. Yaşamıyla, yaptıklarıyla… Onunla çalışmayı tabii ki çok sevinerek kabul ettim. 2008’den 20011’e kadar projenin araştırması ve planlamasını yaptık. 2011’de de yolculuklara başladık. 2016’ya kadar her sene bir ay boyunca Akdeniz bölgesindeki altmışa yakın antik kent ve on bire yakın şehri gezdik.”

“Koudelka’nın fotoğrafa adanmışlığını biliyorduk. Prag Baharı’nda çektiği fotoğraflar, bence en önemli işlerinden biri olan Çingeneler – Slovakya’da asimile olan çingeneleri çekmişti, en çok etkilendiğim işi odur. Böyle fotoğrafları genç yaşta gördüğünüz zaman o insana karşı bir bağ hissediyorsunuz – bir usta-çırak bağı.”

“Yaşayarak çekiyor, kendi hayatının paralelindeki konularla fotoğraflarını üretiyor. O yüzden çok samimi ve güçlü duygular barındırıyor. Bize, hissettirmeye çalıştığı şeyi geçiriyor. Fotoğrafa baktığınızda anlayabiliyorsunuz.”

Ayhan Hacıfazlıoğlu ise, belgeseli kurgulama aşamasında Aşar ve Koudelka’nın yıllar süren yolculuğunu izlerken bir anlamda onların yolculuğuna dahil olmuş.

“Josef (Koudelka)’nın haberi olmasa da ben de o yolculuğa katıldım ve onu yakından tanımış oldum. Çok sahici bir adam, yalan hiçbir şey yok onda, yapay hiçbir şey yok.”

“Arkeolojik alanlarda dolaşmak insanı garip bir ruh haline de sokabiliyor. Yıkımın estetiğine romantik bir bakış açısıyla da bakılabiliyor ama Josef bambaşka bir açıyla bakıyor oraya ve kendi de fotoğrafının geometriyle ilgili olduğunu söylüyor. Oradaki taşlara ve arkeolojik kalıntılara farklı bir açıyla bakıyor, baktığı şeyi gerçekliğinin dışına taşıyor.”

‘Disiplinli bir serseri’

Peki Coşkun Aşar, Koudelka gibi her şeyi kontrol altında tutan, hiçbir şeyi kolay beğenmeyen birini belgeselini çekmeye nasıl ikna etti?

“Biz tanıştığımızda aklımdaki tek şey, bu yolculuklardan geriye bir şey bırakabilmekti. Bu çok zordu ama bunu yapmak için elimden geleni yapmaya karar verdim. Biliyordum buna direneceğini çünkü yalnız kalmayı çok seviyor, çok konsantre çalışıyor. İlk bir-iki sene ona bunu söylemedim. Onu tanımaya çalıştım.”

“Yaşamı boyunca serseri bir insan gibi yaşamış sanabilirsiniz, göçebe yaşamış, dışarıda yatmış. Ama inanılmaz disiplinli, her şeyini planlıyor. Ama ben de serbest çalışan biriyim ve serseriliğin bir disiplini vardır. O disiplinde daha az çalışmazsınız. Biz yaşadığımız her an aslında çalışıyor oluruz.”

“Bir noktada onun da bana güveni oluşmaya başladı. Ben de yavaş yavaş uzaktan bir şeyler çekmeye, yavaş yavaş ona yakınlaşmaya başlamıştım. Sabrettim. Bir yerde kırılma noktasını yaşadık. Bu işleri sevmediğini, hoşlanmadığını, istemediğini söyledi. Ben de ona bunun çok önemli olduğunu, yapmak istediğimi, burada başka bir motivasyonum olmadığı cevabını verdim.”

“Sonunda tamam dedi, ama bu materyallerin hiçbirini ondan izinsiz ve onun onaylamayacağı şekilde kullanamayacağımı söyledi. Gerekirse hiçbir şey olmasın ama buradan bir şey kalmalı dedim.”

“Bir gün bana ‘Biz seninle yolda dost olduk, yaşanmışlıkla yapılan her şey çok kıymetlidir, ben bu işlerden hoşlanmasam da iyi ki yaptın çünkü yaptığın şeyi bir daha yapma imkanımız yok’ dedi. Bu söylendikten sonra bende de bir şeyler huzura kavuştu. Filmde bir fotoğrafı beklerken ‘Büyük bir hiç olacak’ diyor, aslında benimki de bu olabilirdi. Sonuna kadar orada beklemek ve onun olmadığını da görmek bir şeydir.”

Koudelka: Benimle ilgili bugüne kadar böyle bir film yapılmadı, bundan sonra da pek yapılabileceğini düşünmüyorum

130 saatlik görüntü ve 30 saatlik ses kaydını senaryolaştırmak üzere başına oturan Ayhan Hacıfazlıoğlu, başlarda büyük bir çıkmaza girmiş. Sonra görüntüden değil, sesten kurgulamaya karar vermiş. Tüm konuşmaları basıp, cümleleri tek tek kesip yapıştırarak senaryoyu oluşturmuş.

“Aslında Josef’i taklit ettik. Josef bilgisayar kullanmıyor. Demek ki bir bildiği var. Bir yıllık excel gibi planı var. Kırmızı kalemi var, turuncusu var. Hoşumuza da gitti bu yöntem. Biz de aldık kalemlerimizi, altını çizdik, biçtik. Bu çok faydalı oldu bizim açımızdan.”

Aşar, en büyük tatmini, filmin kendilerini olduğu kadar Koudelka’yı da mutlu ettiğini fark edince yaşamış.

“Dedi ki, nefret ettiğim bir şey de yapmış olabilirdiniz, ben kendi görüntüme bakmayı seven bir adam değilim, çok da konuşmayı sevmem ama bu film benim hayata bakışımı, fotoğrafa dair düşüncelerimi çok güzel anlatıyor. Benimle ilgili bugüne kadar böyle bir film yapılmadı, bundan sonra da pek yapılabileceğini düşünmüyorum, o yüzden çok mutluyum, dedi. Bu, bizim için ödüldü.”

*Koudelka – Aynı Nehirden Geçmek, 41. İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel yarışması kapsamında 14 Nisan Perşembe 16.00’da Kadıköy Sinematek ve 16 Nisan Cumartesi 16.00’da Beyoğlu Sineması’nda gösterilecek.

DAHA İYİSİ OLAMAZDI Sayısını Okumaya Devam Et