ELECTROPOP’UN ÖZGÜN İKİLİSİ ALACA İLE “DELİ İŞİ MÜZİK” ÜZERİNE

Röportaj: İdil Meşe 

Fotoğraf: Can Görkem

Yeni nesil pop müziğin kural bozan ikilisi Alaca’nın single’ı “BYE” Universal Music etiketiyle yayınlandı. Alaca ile uzun dostlukları, müziklerini keşif yolculukları, üretim süreçleri, beslendikleri kaynaklar, sıra dışı ses ve görsel vizyonları ve gelecek planlarına dair sohbet ettik.

 

Hikâyenin en başına gitmek istiyorum. Nasıl tanıştınız, müzik yapmaya başladınız ve beraber üretmeye karar verdiniz?

Mehmet Mutlu: İkimiz de gitar çalıyorduk daha öncesinde. 5-6 sene önce Bilal Karaman var, gitarist, ikimiz de onun öğrencisiyiz aslında, o bizi tanıştırdı ilk başta. “Siz takılın, müzik yapın” gibisinden… Caz gitar çalıyorduk ikimiz de karşılıklı, sonrasında Ata’nın fikriyle “biraz beste yapalım.” fikri gelişti.

Ata Bornova: Evet, “Beste mi yapsak ya?” diye, ufaktan ufaktan…

Mehmet: Ata’nın vardı zaten kendi besteleri daha öncesinden. O songwriter gibi takılıyordu aslında.

Ata: Aynen, daha singer-songwriter gibi… Hatta böyle ufak ufak kayıtlar da almıştım ama hiç öyle profesyonel bazda değildi. Bayağı birlikte öğrendik aslında. Ondan sonra bir band kurmak istedik, ona çalıştık. Bir sürü farklı ‘band’ler kurduk. Ama o zamanlar yaptığımız tarz Swing’e yakın bir müzikti; Türkçe sözlü Swing müziği gibi bir şeydi.

Ata: Ondan sonra, tam o dönem Elektro Swing keşfettik. O grubun adı neydi?

Mehmet: Caravan Palace.

Ata: Caravan Palace’ı duyduk bir yerden ve aklımız çıktı. Hem Swing yapıyorlar hem de çok modern. Bizim her zaman dert yakındığımız şey; Swing müzik güçlü bir müzik, çok eğlenceli müzik ama geçişi güçlü değil.

Mehmet: Çalarken çok güçlü gibi hissediyorsun ama aslında…

Ata: Karşı tarafa geçmiyor, çünkü akustik enstrümanlar o enerjiye o kadar izin vermiyor. Küçük salonlar için daha güçlü olabilecek bir müzik. Elektro Swing’i duyunca, hatta konserlerini açıp izleyince aklımız çıktı yani “Bu nasıl olabilir?” dedik. Öyle bir şeyler denedik.

Mehmet: Bir parça.

Ata: Hatta bir albümü çöpe attık bu arada. Swing albümü hazırlamıştık, hiç yayınlanmadık. Kaldı yani biraz. Öğrenmemizi sağladı aslında. Beste yapmayı öğrendik o sayede.

Mehmet: Ama bestelerden hiçbir şey kalmadı gerçekten şu an, değil mi?

Ata: Evet, hepsini attık.

 

 

Ama sizde de olmuyor mu bazen; eski besteleriniz biriyle bir proje çalışırken çat diye birden aklınıza gelebiliyor, bir ortaklık bulabiliyor.

Ata: Biz onları aslında böyle parça parça kullanmış olduk. Sonradan adapte ettik farklı şeylere.

Mehmet: Evet, güzel fikirleri şimdiki müziğimize koymuşuzdur bence illaki.

Ata: Sonra “Kendrick Lamar” denilen bir şey var, ondan sonra zaten işler raydan çıktı. Yani bir “Alright” duyduk. Cahildir diye düşündüğümüz adamın böyle bir müzik yapması bizi çok etkiledi. O zamanlar çok üstten bakan bir tavrımız vardı böyle her şeye.

Mehmet: Aynen, biraz cazcılığın verdiği bir durum galiba.

Ata: Genel olarak caz müziğin içinden çıkmanın verdiği, her şeye böyle bir tepeden bakmaya çalışma mevzusu vardı.

Mehmet: Ama sonra bayıldık yani.

Ata: Evet. Sonra yapmanın ne kadar zor olduğunu görünce…

Mehmet: Evet, Tiny Desk performansları bayağı güzeldi, R&B’ye ilgimiz o zaman başladı.

Ata: 10Gün albümümüz de zaten tam o döneme denk geliyor. İşte, tam o tip parçaların iyice içine girmişiz. Böyle, iki bin, kaç oluyor?

Mehmet: 2017-18.

Ata: O civarlar. 10Gün albümü o zamanlar filizlendi. Böyle daha da güçlü prodüksiyonlar yapmalıyız dedikçe buraya kadar geldik.

Mehmet: Evet, evet.

 

O sırada birçok başka sanatçı için de altyapılar, besteler çalıştınız değil mi?

Ata: Evet.

Mehmet: Bizim aslında başka sanatçılara prodüksiyon yapma serüvenimiz Melis Karaduman ile başladı değil mi? Melis Karaduman’a yaptık ilk başta.

Ata: Aslında Ege Çubukçu’ya bir…

Mehmet: Ege Çubukçu’nun ‘Sorun yok’ parçasına bir remix yaptık.

Ata: Biz kendi zevkimize uygun bir remix yaptık. Aslında bir Instagram postu olarak yapalım diye düşündüğümüz bir şeydi. Çok seviyoruz Ege Çubukçu’yu, ona ulaşmak istedik. Ondan sonra bir şekilde de çok tuttu enerjimiz, onu remix olarak çıkarttık. Başkasının parçasını düzenleme bağlamında ilk yaptığımız şey oydu.

Ata: Ondan sonra Melis Karaduman’a yaptık.

Mehmet: Mabel’e yaptık. O da bizim 10Gün albümümüzü sevmiş. “Kavşaklar” parçasının prodüksiyonunu yaptık.

Ata: Güliz Ayla’nın ‘Al Yorgun Kalbimi’ parçasını yaptık.

 

 

View this post on Instagram

 

A post shared by Alaca (@alacamusic)

 

Şarkınız “BYE”daki prodüksiyona nasıl geldiniz? Bu başlı başına bir yolculuğun sanki başlangıç işareti gibi bir müzik, klip ve proje. Nasıl bir süreçti bu şarkıyı bir araya getirmek ve çıkartmak ?

Ata: Aslında biz BYE’a gelene kadar bir 30-40 tane parça yaptık bu bir buçuk yıl içerisinde ama hiçbiri tam olarak bizi tatmin etmedi. Aynı parçanın bazen dört versiyonunu yaptık.

Mehmet: Bizim tatmin olmadığımız genelde sound konusuydu. Aslında şarkılar bence yine güzeldi ama yaptığımız soundlar böyle bir türlü içimize sinmiyordu.

Ata: Evet, farklı bir yerde durmak istiyoruz bir taraftan, sanatı bir taraftan onun için yapmak istiyoruz. Ayrı bir yerde olabilmek… ‘Farklı bir karakteri olsun yaptığınız işin’ gibi bir kaygımız var. Bir türlü tam olarak kendimiz gibi hissedemedik hiçbirinde. Aslında her zaman da kafamızda böyle dinlediğimiz sevdiğimiz şeylerde, daha böyle ‘yeni jenerasyon bir pop’ diyebileceğimiz bi şey vardı. O tip müzikler de dinliyorduk zaten.

 

Mesela?

Ata: Mesela, Billie Eillish ile başlayan ve sonra çok fazla genç çocuğun yaptığı, ortalama 18-25 yaş arası çok fazla insanın da yaptığı prodüksiyonlar…

Mehmet: Müzik zevkimiz daha çok o müzikler oldu son zamanlarda.

 

Sözler ve prodüksiyon nasıl bir araya geldi? Özellikle sözleri çok enteresan. Bir yandan çok dilli, Hitoko’nun Japonca geri vokalleri var. Orada mesela ne diyor, nasıl bir araya geldi sözler ve konsept?

Ata: En başından başlıyorum, biraz deli işi bir şey denemek istiyoruz. Müzikte de sözlerde de ‘bu garip olsun ama itici olmasın’ istedik.

Mehmet: Aynen, en korktuğumuz şey itici olmaktı.

Ata: “Global bir şey yapacağız” değildi amaç ama oraya evrildi.

Mehmet: Bir dönem düzenli olarak Instagram videoları çekiyorduk. O zamanlarda böyle tek günde bir dakikalık şarkılar yapıyorduk. Aslında BYE’da o zaman çıkmıştı, hatta böyle yarım saatte yazdığın bir şeydi.

Ata: İşte yarım saatte yazdığım bir parçaydı ama sonra öyle kaldı, yayınlamadık.

 

Ne ilham vermişti bu sözleri, BYE’ı yazarken hatırlıyor musunuz? 

Mehmet: Böyle bir diss gibi miydi ya?

Ata: Evet, aslında ben onu birilerine söylemiştim. Beni sinirlendiren birisi ya da birileri vardı, aslında o duruma söylediğim bir şeydi.

 

BYE’ın itici gücü öfkeydi diyorsun. 

Ata: Evet, evet. İtici gücü itici olmamasıydı. Hitoko konusu da aslında, Tokyo Drift’in müziği vardır ya “How they live in Tokyo” falan, öyle bir şey istiyoruz. Nakarat bölümü geldiği zaman sonra Mehmet “Benim Japon bir arkadaşım var.” dedi, ondan sonra, “Abi kim?”, “Hitoko”.

Ata: O da o sırada Türkiye’de değilmiş.

Mehmet: Nerdeydi?

Ata: Japonya’nın bir vilayetinde, şimdi aklımıza gelmedi. Oraya bağlandık. Ona da derdimizi anlatmamız lazım,  “Ya şimdi biz senden Tokyo Drift’in nakaratı gibi bir şey istiyoruz. Yani, bunu istemek ırkçı mı onu bilmiyorum ya da işte senle dalga geçmek gibi niyetimiz yok. Sadece çok cool olacak bunun peşindeyiz; Japon birinin bunu söylemesi lazım”. Bunu ona nasıl anlatacağımızı da çok bilemedik. Ama “Ben anladım mevzuyu” dedi sanki daha önce beş defa daha bu teklif edilmiş gibi “Onu yaparız” demiş oldu. Bütün diyaloglar Türkçe konuşuluyor bu arada. Ondan sonra Japonya’da kayıt aldı. Osaka! Hatırladım.

Mehmet: Aynen, Osaka.

Ata: Osaka’da ablasının düğünü varmış onun için alakasız…

 

Ne dediniz Hitoko’ya? Türkçesi’ni söyleyip “Bunun Japonca’sı ne? mi dediniz yoksa kendin mi yaz dediniz?

Mehmet: Girişteki müziği, onun bir videosundan kendisinden izin isteyerek kullanmak istedik. O bir Japon halk türküsü gibi bir şey aslında. Bayağı uzundu, biz onu kestik ve kullandık.

 

Anlamı nedir, biliyor musunuz? 

Ata: Sözleri, ‘erkek egemenliğine artık boyun eğmeyeceğiz içerikli’, böyle kadınların kendi aralarında toplandığı zaman söylediği bir türküymüş. Tam olarak bilmiyorum ama “Artık o dikenli patlıcanlarınızı bizden uzak tutun” gibi bir söz.

 

Hadi ya, mükemmelmiş.

Mehmet: Sonrasında da ben kendisine bir ses kaydı attım, “Şu şekilde söyleyebilirsin” diye.

 

Nakarattaki sözlerdeki ritim ve melodinin içine uyumu gerçekten çok dikkat çekici, şarkıyı ön plana çıkaran özelliklerden bence bir tanesi. Bu uyumu yakalamaya çalışırken nasıl bir yöntem izlediniz? Çünkü uyak da olması lazım ama bir yandan ritmik olarak da uyması lazım; bir yandan da müzikle alakayı koruması lazım gibi… Üstüne çok düşündünüz mü, yoksa yaptınız ve birden oldu mu?

Ata: Biraz akışta oldu aslında, öyle çok matematik olarak ilerlediğimiz bir aşama değil de…

Mehmet: Her dilde güle güle diyelim…

Ata: Evet, aynen. Her dilde ‘BYE’ diyelim gibi bayağı cheesy bir şeydi aslında. Oturma olarak da bizim de sonra çok içimize sindi aslında. Hepsi böyle grid’e oturuyor.

 

 

Şarkının klibi de bir farklı gerçekten şarkının kendisi kadar. Klibin fikri, konsepti nasıl aklınıza geldi? Bu klibi nasıl bir araya getirdiniz?

Ata: Şarkı gibi olsun istiyorduk. Bir şeyler anlatsın ama ne anlattığı da… böyle sarhoş birinin konuşması gibi. Bir klip çekiminde mekanın hikayeyi nasıl etkileyeceğini öngörerek hareket ettik. Bizim aslında kafamızda apayrı bir şey vardı, kendi kendimize bir moodboard belirlemiştik. Hiç böyle işte cool atmayacağız, ondan sonra kullanacağımız kamera tekniğinin ne olduğunun farkındayız, şu tip karakterlerle hareket edeceğiz ona da okeyiz; ama konu bunun etrafında ne olursa olabilir fark etmez, bunların zaten bir şekilde hikayeyi garipleştirebileceğini biliyorduk. Sonradan bir şekilde bir fabrikayı ayarladık.

Mehmet: İlk başta tabii Ümit ve Samet ile tanıştık. Bu da aslında onların fikriyle başladı, “Fabrikada olsa aslında” gibisinden onlar yokladı bizi. Sonra biz de aşırı yükseldik fabrika fikrine. Sonra bizim kreatif direktörümüz…

Ata: Ada Gönden, fabrikaya gittiğimiz zaman apayrı bir yerden bir giriş yaptı. “Ya burası bir hit fabrikası mı olsa?” gibisinden ortaya bir fikir atıldı. Fabrikayı gezerken böyle aslında klibin konusunun yarısı belli oldu. İşte Ümit oradan bir şey söyledi, Samet bir şey ekledi, biz oradan espri yaptık kabul edildi, ‘bu da olsun’ gibi…

 

Kabul edilen espiri neydi?

Ata: Bulgar Techno’su mesela. Hani şey olur ya böyle, imece usulü çalışan bir fabrikaya amatör bir çekim ekibi gelir de ona böyle düz ceketli bir abi konuşma yapar çok içten bir şekilde, ‘Bu fabrika 87 yılından beri çalışmaktadır’ gibi bir giriş yapar; onun gibi fabrikanın girişindeki o açılış sahnesi de aslında böyle esprilerden çıktı. O da orada gelişi güzel espriydi diye hatırlıyorum.

 

“Kendimizi buluyoruz bu süreçte.”

 

Bu klibi ve şarkıyı takiben Alaca dinleyicilerini ve yeni fanlarınızı neler bekliyor? Bir devamı olacak mı bir seri gibi ya da başka şarkılar, albümler, konserler? 

Mehmet: Şu an bir tane single’ımızı hazırlıyoruz aslında. Onu da çok yakın bir zamanda çıkartmayı planlıyoruz. Sonrasında yine “BYE” garipliğinde şarkılar olacak. Biraz kendimizi de buluyoruz bu süreçte. Nelerden hoşlandığımızı, neleri sevdiğimizi şu an tespit edebiliyoruz. Yaptığımız, elimizde tabii ki bir sürü parça var ama işte kendimizi sürekli zorluyoruz daha yaratıcı olmaya. Onun için sıkı çalışıyoruz. Yakın zamanda konserlerimiz var ama birinci gündemimiz daha çok şarkı çıkartmak.

Ata: Yine başka görseller de sunmak istiyoruz, yani şu an yaptığımız şeyden çok memnun kaldık. “İyi bir görsel vermeyeceksek hani hiçbir şey vermeyelim daha iyi” gibi kendi aramızda her zaman söylediğimiz bir şey vardı. Şu an en son çıkan işten, her türlü aşamasından ilk defa çok memnunuz ve bu görsel dünya işini çok sevdik. Bizim için çok farklı, yepyeni bir deneyim. Uzaktan bakınca çok korktuğumuz bir şeydi ama içine girince çok eğlendik ve çok keyifli bir şeymiş. ‘Biz çekerken çok eğlendik’ hikayesini hakikaten anladık. O yüzden başka da yapmak istiyoruz. Aklımıza farklı farklı fikirler geliyor sürekli.

 

Bir yandan da Alaca’nın görsel imajı ve konusu da oturuyor böyle, değil mi?

Ata: Evet, öyle hissediyoruz. Çünkü gerçekten bir sanatçının ya da bir grubun, imajını kazanması da uzun bir süreç. Böyle hem müzik videolarıyla hem konserlerle oluşan bir süreç gibi.

 

Klibinizdeki stil de bayağı fiyakalı. Renkler çok parlak, heyecan verici.

Mehmet: Evet, kreatif direktörümüzün özellikle istediği bir şeydi.

Ata: Renklerimiz de olayın başından belliydi, font seçimlerimizin neler olabileceğine kadar kendi aramızda tartışmıştık. Aslında o yüzden çıkan sonuç, belki de bu yüzden bu kadar tatmin etti. Her aşamasına kadar didiklemek güzel bir şeymiş.

 

“Babalardan Duman’ı dinliyoruz.”

 

Türkiye’den size ilham veren sanatçılar var mı? Bu projenizde size bir ışık yakan ya da dinlerken çok hoşlandığınız, belki de ortaklık yapmak istediğiniz? 

Ata: Duman’ı çok seviyoruz. Bizi bağlayan noktalardan bir tanesi Duman’dır. Çocukluğumuzdan beri büyük takipçisiyiz, dinleyicisiyiz.

Mehmet: Bu proje üzerinde şu an bir isim söylemek çok zor olabilir bizim için. Ama hakiki bir Duman fanıyız aslında.

Ata: Bütün Duman röportajlarında ortak bir cevap vardır ya; Duman’a ‘Kimleri dinliyorsunuz?’ diye sorulduğu zaman ‘Babaları dinliyoruz’ gibisinden böyle hep aynı cevabı verirler yıllarca; Beatles olsun, Pink Floyd olsun falan… Bizde de benzer muhabbet; “Babalardan Duman olsun.”

 

Gençlerden beğendiğiniz birileri var mı?

Ata: Ezhel, Baneva…

Mehmet: Kum.

Ata: Kum, evet, çok beğeniyoruz. Çok fazla var. Güneş güzel, Ege Çubukçu yıllardır sevdiğimiz ağabeylerimizden.

Mehmet: Çok fazla güzel müzisyen var bence bu arada.

 

Bence de çok heyecan verici bir zamandayız Türkiye’deki müzik çeşitliliği ve renkliliği açısından. Gelen yeni sanatçılar ve sesler beni çok heyecanlandırıyor. Lansmanınız harika geçsin.

Ata, Mehmet: Teşekkürler!

 

 

ELECTROPOP’UN ÖZGÜN İKİLİSİ ALACA İLE “DELİ İŞİ MÜZİK” ÜZERİNE Sayısını Okumaya Devam Et