GİTARIN DERVİŞİ JOHN MCLAUGHLIN İLE MUTLULUK ÜZERİNE BİR SOHBET

Röportaj: İdil Meşe 

Caz müziğin efsanevi sanatçısı John McLaughlin ile İstanbul Caz Festivali öncesinde, Pandemi sırasında çıkan albümü “Liberation Time”, ilham kaynakları, gündelik rutinleri ve gelecek projeleri hakkında sohbet ettik. Müzik kariyerindeki deneyimlerini paylaşan McLaughlin’den genç müzisyenler için altın değerinde tavsiyeler aldık. 29. İstanbul Caz Festivali kapsamında 29 Haziran’da Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda, the 4th Dimension ile sahne alacak ve Türkiye’deki dinleyicileriyle tekrar buluşmak için heyecan duyduğunu belirten John McLaughlin’den, kalbinin Türkiye’ye uzun seneler önce bağlandığını öğrendik. Sebebinin Sufizm olması bizim için de sürpriz oldu.

 

Sizi pek yakında Türkiye’de dinleyeceğimiz için çok heyecanlıyız.

Ben de seneler sonra İstanbul’a döneceğim için çok mutluyum. Daha önce birkaç kere ziyaret etmiştim. Harika bir şehir. Orada olmaktan çok hoşlanıyorum. Ayrıca dünyaca meşhur festivalleriniz var. Herkes İstanbul’u biliyor.

 

O zaman sohbetimize Türk müziği hakkında bir soruyla başlayayım. Türk müziğine bakış açınız nedir?

Dört beş yıl önce sizin meşhur klarnetçilerinizden Hüsnü Şenlendirici ile Birleşmiş Milletler Caz Günü’nde Berlin’de çalmıştık. Müthiş bir müzisyen. Biraz cazımsı ama otantik Türk müziği. Ayrıca bildiğiniz üzere İstanbul dünyanın Sufi merkezi. Sufilere yakın hissediyorum, neyi ve udu çok seviyorum. Ayrıca bu enstrümanları çalan harika müzisyenleriniz var. Sufizmi 1968’te New York’tayken keşfettim. Oradaki Sufi merkezine Hazrat Inayat Khan’ın oğlu Pir Vilayat Khan’ı görmeye gidiyordum. En iyilerden… Sufi felsefesine, müziğe verdikleri önem ve duydukları sevgiden dolayı çok bağlandım. Ve tabii ki 13. yüzyılın en iyi şairlerinden Rumi’ye… Pek de çağdaş caz müziği sayılmaz, değil mi? (Gülüyor.)

 

Evet, pek sayılmaz. Ancak Sufi müziği ve felsefesinin sizi bu denli etkilediğini duymak hoşuma gitti. Albümünüz “Liberation Time” pandeminin göbeğinde çıktı. Ben de bir müzisyenim ve gerçekten zor zamanlardı.

Çok ama çok zordu.

 

Böylesine umutsuzluk dolu bir zamanın ortasında çıktı “Liberation Time” ve bu çok ilham vericiydi. 

Teşekkür ederim.

 

Bir albüm yapma ve bir şekilde bir araya getirme fikri nasıl doğdu? Çünkü stüdyolar çoğunlukla kapalıydı. Uzun süren karantinalar vardı. Bunun ortasında böylesine zengin bir albüm… Size ilham veren neydi ve teknik olarak albümünüzü tamamlamayı nasıl başardınız?

Karantina Avrupa’da 17 Şubat’ta, Saint Patrick gününde başladı. İnanabiliyor musun? Bir karantinanın başlama günü olarak Saint Patrick günü… Korkunç. Gerçi hiçbir gün iyi değil ama neyse. Nisan başı müzisyenler için kitle fonlamasına başladık çünkü biliyorduk ne olacağını. Doğu’da, Batı’da, Avrupa’da müzisyen arkadaşlarımız hiçbir devlet yardımı olmadığından berbat durumdaydı. O yüzden kendi kendime başlattım bunu. Sonra Hindistan’da Shakti grubuyla başlattım çünkü Hint müzisyen dostlarımın başı büyük dertteydi. Sonra İstanbul’a da birlikte geldiğim grubum The 4th Dimension ile müzisyenlere yardım eden bir Amerikan enstitü aracılığıyla fonlama yaptık ve Carlos Santana ile de bir solo fonlama başlattık. Bunu yaparken müzisyenlere ses kayıtları yapıp, Kaliforniya’ya yollamam gerekiyordu ve internet sayesinde mümkün oldu. Carlos Santana ve Shakti ile yürüttüğüm bu fonlamalar sırasında, ses dosyaları, önden kaydedilmiş şeyler ile çalışmayı öğrendim. Mesela, bası, davulu ve klavyeleriyle şarkının alt yapısını oluşturup, kendi kısmımı çalıp başka kişilere yolluyordum. Bu sayede bu işleri öğrendim. 

2020’nin Eylül’ünde artık delirmek üzereydim, çünkü evde kapalıyım. Ajansım ve menajerimden üst üste tur iptalleri haberleri geliyor. Tam çözüyoruz her şeyi, turu yapacağız, yine iptal oluyor. Sahiden çıldıracak gibiydim ve dedim “Ben burada ne yapabilirim?” Dosya kaydedip yollama deneyimim var ama bir yandan müzik de yazmalıyım. Ve başladım. 

Bu albümdeki şarkılar, iki tane piyano parçası dışında, çok hızlı ortaya çıktı. Dünyanın farklı yerlerinden arkadaşlarımla da kayıt yapma şansım oldu. Mesela Los Angeles’ta Vinnie Colaiuta, ne baterist ama… Birlikte Chick Corea ile the Five Piece Band’de çalışmıştık. Paris’te, İngiltere’de basçılar, Kahire’den bir piyanist… Yani dünyanın birçok yerine dağılmıştık. O yüzden ben yaptığım kayıtları müzisyenlere yolladım, onlar da kendi kısımlarını çalıp yolladılar. Bazen müzik çok değişti gelen kısımlarla- ki bu harikaydı. Kendi kısımlarımı tekrar yazıp kaydetmem gerekti çünkü zaten yolladığım demo’ydu; insanlarla değil makinelerle çalıyordum. Ama müzik hakkındaki harika şey de bu İdil. Dosyalar geldiğinde ve evimde gözlerimi kapatıp dinlediğimde, önden kaydedilmiş olsa da, kafanın içinde, sanki odanda müzisyen dostların ve bu yüzden de kalbindeler. Müthiş bir duygu. Bu sadece müzikle ya da konuşurken olabilir. Görsel olarak bu hissin olması imkansız. Ve çalışırken kendime dedim ki, “İnsanlar beğenebilir veya beğenmeyebilir. Umrumda bile değil.” Bu yüzden ismini “Liberation Time” koydum. Çünkü beni özgürleştirdi, delirmekten kurtardı. Çok şanslıyım ki şahane müzisyenlerle çalıştım ve gerçekten iyi bir dinleyiciye ulaştı. Aynen senin dinlemekten hoşlandığın gibi… Benim için önemli olan bu. Evet, stüdyoda değildik hep birlikte ama gene de müzik canlıydı. Çünkü onlar çalıyor, doğaçlıyorsun, onları dinliyorsun. anlık hareket ediyorsun. Yüzde 50 canlı diyebiliriz.

 

Evet, normal kayıt deneyiminizden çok farklı olmalı. 

Sahiden çok farklı, bu doğru. Ancak son iki buçuk senedir bu daha normal olmaya başladı. Çünkü hareket edemeyince, Amerika’ya, Kahire’ye gidemeyince, hatta yaşadığım kasabadan bile çıkmama izin olmayınca normalleşti. 2014’te Shakti ile bir albüm kaydedecektik. 20 yıldır belki stüdyo albümümü yapmamıştık. “Liberation Time” çıktıktan 3-4 ay sonra bir gün “Yeni bir albüm yapmalıyız” dedim. Çünkü 2014’te tüm planları yapmıştık ama genç mandolincimiz Uppalapu Srinivas, 45 yaşında öldü, onu kaybettik. Çok ama çok üzüldük. Her şey iptal oldu. Bu acıyla başa çıkamadık. Şimdi tekrar kayıt yapmaya başladık. Ekim’den beri kaydediyoruz, henüz bitmiş değil. Ama bu sene bitecek. Bildiğin gibi, tekrar her şey açılmaya başladığı için, bir perküsyonistimiz Şanghay’da, şarkıcı Mumbai’da, kemanistler Oregon Portland’da, bir enstrümantalist Kaliforniya’da, ben buradayım. Kısacası biraz delilik ama iyi gidiyor, benzer bir kayıt tekniğiyle çalışıyoruz. Çünkü bir sonraki Shakti buluşmamız gelecek sene Ocak’tan önce değil. O yüzden bu kayıtları bitiriyor olmamız çok mutluluk verici. Çok mutlu olacağım çıktığında. Ama The 4th Dimension ile geldiğim için çok mutluyum, harika bir grup gerçekten. 

 

Doğrusu çok merak ettiğim bir konu var. Gitar çalma tekniğinizde seneler geçse de hiçbir gerileme olmuyor, hep daha da iyileşiyor. Günde kaç saat gitar çalışıyorsunuz ve formunuzu nasıl koruyorsunuz?

Her gün ama her gün gitar çalıyorum. Öbür türlü kafayı yerim. Çalmak zorundayım. Bir bakıma çalışmak, prova etmek de diyebiliriz ama asıl sebebi, ben gitarı çok seviyorum, müziği seviyorum. Çünkü müzik yaparken zihnim çok huzurlu ve ben çok mutluyum. Çünkü öbür türlü dünyanın derdi çekilir gibi değil, tam bir delilik. Amerika’daki ve İngiltere’deki politik kutuplaşma, politik ayrımlar çok ama çok zor. Bu akıl almaz savaş, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, beni çok ama çok üzüyor. Ve dünya değişti, biz de değiştik. Eskiden normal olan ne varsa artık normal değil. Yakın zamanda hava yoluyla seyahat ettin mi bilmiyorum ama Batı’da artık uçak kalkmadan iki saat önce orada olmak yeterli değil, üç saat, hatta üç buçuk saat önce orada olmalısın. Çünkü check-in bir buçuk saat, güvenliği geçmek de bir buçuk. Tam bir delilik. Ve müzisyenlerin kazandığı paralar hariç her şeyin fiyatı artıyor. Korkunç. Ne yapmalı? Benim kazanmamı bırak, benim artık umrumda değil, diğer müzisyenler çok daha az ücretlere çalmaya mecbur. 

 

“Müziksel olarak kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim.”

 

Yani akıl ve beden sağlığınızı korumak adına da gitar çalışıyorsunuz.

Aynen öyle. Doğrusu çok sağlıklı bir yaşam stilim var. Çünkü ben uzun yıllardan beri vejetaryenim. Her gün yoga ve meditasyon yapıyorum çünkü benim için yemek yemek gibi bir şey. Ayrıca sabahları güne başlamadan belli bir zihin dinginliğine sahip olmalıyım. Önce Tanrı’ya şükrederim ve gezegene teşekkürlerimi iletirim ve kutsal ruha ve sonra kendimi iyi hissederim. Ayrıca dağ tırmanışı yapmayı çok seviyorum. Zihin ve beden için çok faydalı. Hem doğa içinde olmak, hem de sınırları zorlamak. Bazen metrelerce çok yükseğe çıkıyoruz ve sıkı çalışmak gerekiyor. Bu önemli çünkü ben sadece 40 yaşındayım (Gülüyor.) Bu Ocak’ta 80 yaşına girdim ama artık 80 yaşında olmak ne demek anlamıyorum bile. Bana hiçbir anlam ifade etmiyor çünkü müziksel olarak kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. Müzisyenlerle birlikte çalışmak asıl mutluluğum. Bu hayattaki en güzel duygu, bilirsin İdil, sen de müzisyensin. Bunu sadece müzisyenler anlayabilir. Bu yüzden insanlar bizim tuhaf olduğumuzu düşünüyor.

 

Instagram’da gördüm ki bir köpek sahiplenmişsiniz pandemi sırasında.

Evet, bir köpek sahiplendim. O öylesine güzel ki… Bizimle dağlara geliyor bu güzellik, ismi ‘Chico’.

 

Çok tatlı. 

Tam olarak öyle. Aşırı sevecen ve biraz da çılgın ama ben de biraz çılgınım, o yüzden anlaşıyoruz. 

 

“Sahnede özgürleşme yaşamak, diğer müzisyenlerin buna dahil olması ve kolektif bir özgürleşme yaşamak… Zaten seyirci de bu anlara tanık olmak için oradadır ve sadece bunu bekliyordur. Çünkü müzisyenler özgürleştiğinde, müzik de seyirciyi özgürleştirir. Bu inanılamaz bir duygudur.”

 

Yılların müzik kariyeri deneyimine sahip biri olarak, genç müzisyenlere aynen sizin gibi uzun ve sürdürebilir bir müzik yaşamına sahip olmaları için önerileriniz olur mu? Değişen koşullar içinde nasıl kariyerlerinde yükselebilirler?

Güzel bir gelişme var ki, son 10-15 senedir büyük pop yıldızları tüm ülkelerden çıkıyor, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya… Bu yıldızlar en iyi müzisyenlerle çalışmak istiyor ve iyi paralar ödemeye de razılar. Ancak en iyi müzisyenlerin en en iyileri her stil müziği çalabilen ama en önemlisi de enstrümanına ustalıkla hakim olanlar. Bir enstrümanda ustalaşmak derken, bunun hep süren bir yolculuk olduğunu unutmamak gerek tabii. Ben gitarda ustalaştım diyemem. İnan bana 70 yıldır bu enstrümanı çalışıyorum ve her gün yeni bir şey keşfediyorum. Bu şaka değil, inan bana, her gün yeni bir şey öğreniyorum. Bu yüzden gitar çalmaya bayılıyorum çünkü çaldığımda özgür olabilirim, beynim beni nereye götürmek istiyorsa oraya gidebilirim. Ancak bunu sadece enstrümanımda ustalaşırken yapabilirim müzikal olarak. Bu bir disiplin meselesi. Yani her şeyden önce enstrümanına ve müziğe sadık ve hakim olmalısın. “Yarın çalışırım ya. Belki de birkaç güne” diyemezsin. Şimdi çalışmazsan yarın fark edersin. Üç gün çalışmazsan diğer müzisyenler fark eder. Bir hafta çalışmazsan bunu herkes fark eder!

 

Her gitar öğretmeninin sizden alıntıladığı bu sözü sizden duymak şahane bir duygu.

Ama bu doğru. Diğer müzisyenler olmadan prova yaparken bu eksikliğe karşı savaşmalısın çünkü “Sana ne oldu böyle” derler; kendini müziğe vermelisin. Eğer enstrümanına hakim bir müzisyensen, insanlar bunu fark eder ve seninle çalışmak ister. Ciddi olmalısın ama mizah duygunu da kaybetmemelisin. Bu ilk önemli şeydir. Ve bir diğer önemli şey de müzik okuyabiliyor olmaktır. Çünkü bir gün müzik yaptığında, bunu diğer müzisyenlere gösterebilmen için yazman gereklidir. Bir başka yönse, röportajın başında sana bahsettiğim gibi İdil, dünyada birçok güzel müzik kültürü var, Batı müziği de bunlardan biri. Mesela Batı klasik müziği. Ben çok şanslıyım ki bu sayede müziğe başladım. Annem bir amatör kemanistti. Bana keman öğretmeyi denedi ama korkunç bir ses çıkarıyordum. Dayanamadım ve anneme piyano çalmam konusunda yalvardım. “Tamam” dedi ve 8 yaşına kadar piyano çalmama izin verdi. Gitar, hayatıma ben 11 yaşındayken girdi ve o günden beri birçok farklı türde müzikle karşılaştım. Ama asıl alt yapım klasik müzikten geliyor. 

11 yaşında gitara başladım çünkü ağabeylerim beni Blues ile tanıştırdı, Mississippi Blues ile. Yani sadece R&B değil, gerçek, derinlikli Amerikan Blues’u, siyah Amerikalılar’ın müziği. Bu benim için bir dönüm noktasıydı çünkü öncesinde sadece Mozart ile Beethoven’ı biliyordum. Sonra iki sene sonra beni flamenko müzikle tanıştırdılar. Daha Blues hakkında kafayı yerken, bir de flamenko hakkında kafayı yemeye başladım. Bir sene geçti, Django Reinhardt’la tanıştırdılar. 60’larda Hint müziğini keşfetmem de benim için bir dönüm noktası oldu. Çünkü harika doğaçlamacılar… Caz ve Hint müziği, doğaçlamanın müziğin kalbi ve ruhu olduğu iki okuldur. Gerçi flamenkoda da falsetto’lar vardır, bunlar doğaçlanabilir. Bunu Paco ile çalışmalarımdan biliyorum. Paco de Lucia… Shakti seneye 50 yaşında olacak. İnanabiliyor musun, 50 yaşında? Müthiş doğaçlamacılardır. Demek istediğim, Doğu’dan bir ustayla, Batı’dan bir ustayla ama caz değil klasik müzik ustasıyla çalıştım. Eğer bir öğrenci öğrenmek istiyorsa, biraz dinlemeye ve farklı yapılardaki müzikleri öğrenmeye vakit ayırmalıdır.

Mesela Hint müziğinde ‘raga’ vardır. Bu bir gamdır. Bu yüzden “Haydi jam yapıp takılalım, ben re notasından bir Dorian gamı çalayım”, diyemezsin. Bunu yapamazsın. Bu saygılı bir davranış olmaz. Eğer ustalarla çalmak istiyorsan, öğrenmeli ve çalışmalısındır. Ritmik yapıyı da bilmelisindir. Çünkü raga’larda sadece melodi değil ritim de önemlidir. Armoni yoktur ama duyabileceğin en güzel ritimler vardır. Flamenkoda da keza böyle; ritimler çok güzeldir, onları çalma konusunda ustalaşman gerekir. Son şeyse, kusura bakma biraz devam ediyorum çünkü bana çok önemli bir soru sordun. Eğer bir doğaçlamacıysan, caz ya da başka doğaçlanabilen bir müzik, ritim çalışmaya mecbursun. Çünkü grupta bir davulcu vardır ve onun ne yaptığı konusunda bir fikrin yoksa çoktan kaybolmuşsun demektir. Başlamadan kaybetmişsindir. Çünkü belki 1-2-3-4 çalmıyor, 2-3-4-5-6-7, belki 1-2-3-4-5 çalıyor. Ayak uydurabilir misin? Ve doğaçlamaya başladığında, ritmi anlıyor olman çok önemli. Yöntemler vardır bunun için. Mesela Hint konnakol sisteminde, ritmi sesinle söylersin bir şarkı söyler gibi. Sonra da enstrümanına uygulamaya çalışırsın. Eğer şarkı olarak söyleyebiliyorsan, enstrümanında da çalabilirsin ve davulcunun ne yaptığını anlayabilirsin. Çünkü birliktesindir. Müzik yapmanın tüm olayı birlikte olabilmektir. Entelektüel olarak da birlikte olabilmelisindir, duygusal olarak birlikte olduğun kadar çünkü bu ikisi bütündür. Ritmik olarak beraber olmak fiziksel olarak da beraber olmak demektir. Hislilik caz müzikte, aynen Hint müziğinde de olduğu gibi önemlidir. Rock’n’roll’da hislilik yerine cinsellik ön plandadır. Caz daha hisli ve rafinedir. Ama müziğin fiziksel yönü de önemlidir çünkü müzik entelektüel, duygusal ve fiziksel olanın birleşimidir. Bunu yapabildiğinde ruhsal olur ki bu dünyadaki en güzel şeydir. Sahnede özgürleşme yaşamak, diğer müzisyenlerin buna dahil olması ve kolektif bir özgürleşme yaşamak… Zaten seyirci de bu anlara tanık olmak için oradadır ve sadece bunu bekliyordur. Çünkü müzisyenler özgürleştiğinde, müzik de seyirciyi özgürleştirir. Bu inanılamaz bir duygudur. Müziğin gücünü açıklamaya çalışmak benim için imkansız.

 

Genç müzisyenlere müzik dışında yapmalarını önerdiğiniz bir tavsiyeniz var mı?

Bence sadece müzisyen olmak sağlıklı olmalarına yetecektir. Çünkü müzik çalmak için müzisyen oluyorsan, asıl amacın buysa, zaten sağlıklı bir yaşamın vardır. Kesinlikle bir muhasebeciden daha sağlıklısındır. Sadece gerçekten sevgi odağındaysa müzik yapabilirsin. Mesela öfkeli olup müzik yapamazsın, yapabilir misin? Bu mümkün değil. Çalmaya başlarsın, 30 saniye sonra neye sinirli olduğunu unutursun. Çünkü müzik sevgiyle, kendini kabullenişinle ve insanları kabullenişinle alakalıdır. Müzik renkleri sever, bunu asla unutmam çünkü bunu bana yıllar önce Miles Davis söylemişti, “En iyi gruplar karışık gruplardır.” Karışık derken, siyah, beyaz, kahverengi, sarı, pembe, yeşil… Tüm ırklar… Çok ama çok bilge bir adamdı. Ben inanıyorum ki bu tavsiyelerime uyanlar uzun bir müzik kariyeri sürdürebilirler. Disiplinli olmalısın, bu fedakarlık demek. Arkadaşlarınla sinemaya gitmek yerine, evde oturup enstrümanını çalışman gerekir. Ancak prova sevgiden gelmeli. Bazı günler acı çekeriz çünkü ilham gelmez. Çünkü biz müzisyenler ilhama muhtacız. Ama ilham sadece canı istediği zaman gelir. Asıl büyük soru şudur, “İlham geldiğinde hazır mısın?” Çünkü ilham hemen uçup gitmek ister. Sen hala enstrümanınla savaşıyorsan ilham geldiğinde, yazık olur çünkü kaybedersin. O yüzden hazır olmalısın. O yüzden tüm müzisyenler o an hazır olabilmek için sürekli çalışırlar. Müziğe tüm tekniğimi, kalbimi, zihnimi veriyorum ki istediğimi çalabileyim, sizin duyduklarınızı çalabileyim. Özellikle farklı kültürlerin müziklerini çalışan müzisyenlerin bakış açısının çok daha geniş olacağını düşünüyorum. Onlar herkesle çalabilirler, bir senfoniyle, hatta belki bir Türk müziği grubuyla bile. Bunu yapabilir miyim bilmiyorum ama belki İstanbul’da keşfedebilirim, çok da isterim. Şu röportaj dışında bahsettiğin mikrotonal gitarı da merak ediyorum. 

 

Son olarak, gelecekte bizi bekleyen projelerinizi merak ediyorum. Bize ipucu verebilir misiniz?

Gelecekteki projelerim, hmm, sanırım geçmişte yaptığım projelerin sayısına göre önümde daha az proje var. Ama bir tanesi bu sene bitireceğimiz yeni Shakti albümü. Bu bir mihenk taşı olacak. Ayrıca Montreux Festivali’ndeki, 1970’lerden 2016’ya kadar olan konserlerimin canlı kayıtlarından bir toplama albümü çıkıyor. “Friday Night in San Francisco”yu duymuşsundur. Bir de bunun Saturday Night in San Francisco’su var ve gelecek ay çıkacak. Bunu büyük heyecanla bekliyorum çünkü Paco’yu özlüyorum, hem de çok özlüyorum. Sekiz seneyi geçti ayrılalı ama onu hala özlüyorum. Bir gelecekteki proje 31 Temmuz’da. Madrid’de Kübalı bir piyanist arkadaşımızla buluşacağım..Paco için birlikte kaydederiz diye yazdığım iki parçayı onunla çalacağız ve Paco’nun anısına bir konser yapılacak. Paco ile seneler içinde çalmış tüm müzisyenler orada olacak. Onun için sevinçliyim. Son olarak, bu senenin sonunda New York’ta çıkacak bir film için film müziği besteledim. Tamamen caz. Ama biliyorsun beni işte, benim olaylar Jazz Rock, Jazz Rhythm ve Blues Jazz…

 

“Sufizm yaşamımı derinden etkiledi.”

 

Konseriniz öncesinde Türkiye’deki dinleyicileriniz için bir mesajınız var mı?

Türkiye’ye tekrar geleceğim için çok mutluyum. Çok sevgili bir arkadaşım var, Burak. O oralı, Bodrum’a yakın bir köyde Kaplankaya’da yaşıyor. Orası çok güzel, birkaç kere ziyaret ettim. Ama bir yandan da, muhteşem Sufi kültürüne duyduğum sevgiden dolayı çok heyecanlıyım. Bazı İslam kültürlerinin bu konuda bana katılmadığını biliyorum. Onların kimler olduğunu biliyoruz. Ama bence Sufizm müthiş bir inanış ve kültür. Benim yaşamımı derinden etkiledi. İslamın mistik yüzü bana daha iyi bir insan olmam için yol gösterdi. Sufizmin kalbinde de müzik, armoni ve güzellik var. Umarım vaktim olursa ney flütü dinlemeyi isterim. Çok teşekkürler bu keyifli sohbet için İdil. Seni konserde görecek miyim?

 

Ben teşekkür ederim. Tabii ki. Hepimiz orada olacağız.

GİTARIN DERVİŞİ JOHN MCLAUGHLIN İLE MUTLULUK ÜZERİNE BİR SOHBET Sayısını Okumaya Devam Et