“GOLDEN HOURS”: SABO İLE GEÇMİŞTEN GELECEĞE AKAN BİR HAFİFLİK HAYALİ

Röportaj: Ceren Kahveci 

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

 

Kışın kendini hissettirmeye başladığı soğuk Aralık günlerinden birinde, Beyoğlu’nun ortasında sıcacık bir sergide buluyorum kendimi. Bastıran yağmur altında yürüdükten sonra Versus Art Project’e girişimle beraber yaz aylarına doğru bir yolculuğa başlıyorum ve nâmevcut mekanlar geziyorum bir bakıma.  SABO’nun Elâ Atakan küratörlüğünde gerçekleşen Golden Hours sergisi şefkatli ışık altında tanıdık ama gerçekleşmemiş anlar, güneşin su ile birleştiği kaygısız hatıralar sunuyor ziyaretçiye. Işıkla beraber her seferinde farklı bir anlam bulan eserleri SABO ve Elâ’dan dinliyor, sergiyi gezerken hikayeler aracılığıyla güneşi onlarla doğuruyor ve batırıyoruz.

 

Seni senden dinlemek isteriz: Kimdir SABO?

SABO: En zorlandığım soru da bu oluyor aslında. Ben Mimar Sinan mezunuyum ve mezun olduktan sonra hızlı bir şekilde İstanbul sanat piyasasında ayakta kalmak için karma sergiler düzenlemeye çalıştım. Kendi işlerimi gösterebilmek için geçtiğim ilk zorlu ve olumlu sonuçlanan aşama bir insiyatif grubu kurmamızdı, Signs of Time ismi. Yakın olduğum sanatçılarla yarattığımız bir gruptu. Beraber yurtiçi ve yurtdışı projeler geliştirme şansımız oldu, bu da benim için bir avantajdı aslında. Ne yapmak istediğimi anlayabilmemi sağlayan ve bu süreci belirleyen bir hareketti diyebilirim. Daha sonrasında solo projeler de gelişmeye başladıkça Paracetamol ortaya çıktı, kendi başıma yaptığım ilk büyük sergiydi. Bu sergi aslında Versus Art Project’te yaptığım üçüncü sergi. İlk önce Paracetamol, daha sonra Time Machine, şimdi de Golden Hours

 

 

Kısaca Versus Art Project’le ilişkinin nasıl geliştiğine de değinebilir miyiz?

SABO: İstanbul piyasasında sanatçılar ve galeri çevresi zaten çok kısıtlı, çok büyük bir ortam yok. Herkes birbirini biliyor ve tanıyor. Sergilere gelip gidiyordum ve diyaloğumuz olduğu için Versus ekibini yaptığım projelere çağırıyordum. Bu mekanın çok güçlü bir duygusu var. Tek başıma anlatmak istediğim şeyleri düşününce konunun mekanla birleşimini sevdiğim için, sergileri zihnimde canlandırırken burasıyla bir bağ kurdum. O süreçte de zaten diyaloğumuz devam ettiği için güzel bir birliktelik oldu. 

 

Is There Someone Else? (Başka Biri Var Mı?)

 

Geçmişte yaşanıp yaşanmadığından emin olmadığımız anlar ile mutluluğun, umudun resmini çiziyorsun. Resmedilen anlar aile albümlerinden ilham alınarak yaratılıyor. Bu hikayelerdeki gerçek ve kurgu dengesi nasıl kuruluyor? 

El: SABO’nun buradaki ilk sergisi Paracetamol’e baktığımızda orada bir felaket hikayesi vardı. Ardından da “yeniden doğma” fikriyle bu sergi oldu, yani geriye dönük de bir çalışma yaptık. Serginin duygusunun, renginin ne olacağını düşünürken bir noktada SABO bana şunu söyledi: Pikenin altına girdiğinde ve ışık üstüne geldiğinde veya ana rahminden dışarı bakarken arada kalan derinin yansıttığı o sarı ışık ve onun sakinliği. Bunun üzerine SABO bir noktada aile albümlerine yeniden bakmaya başladı. Yeni bir kapı açıldı sergiye dair ve biz tam da bunu konuşurken bazı fotoğrafları getirdi bu albümlerden, kendisinin olmadığı ama üstünde ışık olan fotoğraflar. Bu albümler daha çok bir kaynak gibiydi. Resmedilen figürler o fotoğraflarda olan birini temsil etmiyor ama bir yandan da o tanıdık duyguyu veriyor insana, yani bu resmedilen insanlar birbirlerine yakın. 

 

Sergi küratörü Elâ Atakan 

 

SABO: Zaten ışığın duygusu o fotoğraflarda o kadar net bir şekilde kendini hissettiriyor ki benim olup olmamam önemli değil. Orada bir anı yaşanmış ve ışıkla o anı bir araya geliyor, gelişiyor ve çok mutlu ve huzurlu bir ana dönüşüyor. Bizim de aslında düşündüğümüz ve yapmak istediğimiz o zaman dilimini açmaktı. Yani mutlu anıların olduğu ya da plansız, huzurlu, kaygısız anların olduğu o zaman dilimini açmak. Işık aracılığıyla oradaki hissiyatı resmetmek istedik, o yüzden Golden Hours serginin ismi. Sergide resmedilen gün bitmeye başladıkça geç kalınmış gibi hissetmiyorsun. Akşam oluyor, güneş batıyor, eğlence devam ediyor. O yaz duygusuyla buradan çıkacaksın, ıslak ıslak eve gidip yemeğini hazırlayıp yiyeceksin… O plansız, genellikle tatil zamanlarında karşımıza çıkan anıları görüyoruz. Aralığın ortasında sıcaklığa, ışığa dair bir sergi yapmamızın nedeni de oydu. 

 

Peki bu evrende hiç zifiri karanlık var mı?

SABO: Golden Hours‘da gün bir koyda bitiyor, güneşin batma anında. Biraz daha karanlığın ortamı ele geçirdiği, o anın bittiği, birarada olma fikrinden uzaklaştığımız bir yer. Aslında bundan sonrası zifiri karanlık çünkü etrafta bir bina veya insan yok. Bu koyun duygusu benim için çok kuvvetli çünkü inanılmaz bir karanlık oluyordu güneş battıktan sonra, yanındaki arkadaşını göremediğin bir atmosferi vardı. Gitgide herkesten uzaklaşma fikri, mekanın kararması ve gördüğümüz o ışık yansımalarının sonlanması… Serginin kapanış fikri olarak da o karanlıkla uçup gitmesi. İşlerin içerisinde o zifiri karanlık yok. O bahsettiğimiz “golden hours” burada bitiyor.

 

 

Zaman kavramı sık sık üzerine çalıştığın bir konu eserlerinde, bir önceki sergin Time Machine de bu konuya odaklanıyordu.  Karşımıza çıkan durumlar ve mekanlar ya geçmişte ya da gelecekte, geçmişteki altın çağdan alıp gelecek için umut gösteriyorsun. Zamanla ilişkini nasıl kurmayı tercih ediyorsun?

SABO: Zaman genelde kullandığım bir kavram diyebilirim, çünkü anılarla iç içe olduğu için kendime döndüğümde, baktığımda ve tekrar karşıma koyduğumda onu hissediyorum. Time Machine daha zaman kavramını genellediğim, Paracetamol daha kendime döndüğüm bir durumu anlatıyor. Golden Hours bu ikisinin ortasında gibi duruyor çünkü burada bir zaman dilimini açmaya çalışıyorum. Bütün serginin genelinde aslında birtakım soyut parçalar var, bunları kapılar gibi düşündüm. Bu anlar arasındaki yolculuğa çıkmayı rahatlatacak, sağlamlaştıracak ve kolaylaştıracak bir takım küçük soyut alanlar, soyut parçalar. Renklerin karıştığı, iç içe girdiği bu parçalar aynı kameranın yansımasından çıkan o parlamalar gibi. Küçük damlacıklar arasında bir şekilde içten içe bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz ve kendimizde bulduğumuz bir dünyaya geçiş sağlanıyor. 

 

Light Leaks (Işık Sızıntıları)

 

El: “Işık Sızıntıları” adını verdik biz o damlacıklara. SABO ışığın, kendi hikayesindeki o iyi anların, güzel duyguların peşine düştüğünde bir noktada şunun da farkına varıyoruz: yaz döneminde zaman yavaş akar, daha çok vaktin vardır, daha rahat olabileceğin bir dönemdir. Mesela Is There Someone Else isimli eserin arkasındaki mimari daha sayfiye gibi. Bir yandan da belki de Türkiye’nin bile altın çağı olan 1960’lar mimarisine benziyor. Herkesin rahatça tatil yaptığı, herkesin iyi olduğu, daha mutlu olduğu bir zamana götürüyor. Her zaman aslında figürler var ama bir yandan da mimariyle desteklenen bir zamana bakış söz konusu.  

 

In Your Eyes serisi 

 

Aralık ortasında yaz dönemini resmeden bir sergi olmakla beraber, çalkantılı bir dönemin ortasında umuda dair hikayeler ve anlarla ziyaretçiyi karşılayan bir sergi. Her şeyi tersine çeviren bir kurgu yani. 

SABO: Aslında bu mutluluk, umut düşüncesini devam ettirmek gün geçtikçe biraz daha zorlaşıyor. Yani ben bunu sadece yaptığım işte görmüyorum, tüm hayatımda verdiğim kararlarda da geçerli ve bunu bir bahane olarak kullanmak benim için çok büyük zaman kaybına dönüşebilir. Bu yüzden tam tersini yapmak istedim. Madem böyle bir şey içerisindeyiz ve böyle bir zaman diliminde yaşamak durumundayız, bunu yaşayalım, kabullenelim ama bizim yapacağımız şeyler var düşüncesiyle ilerlemek istedim. Bu yapacağımız sergileri, planları geri plana atmadan, onların  motivasyonunu kaybetmeden bir şekilde devam ettirme durumu bence en mantıklısı ve beni daha çok motive ediyor. Her geçen gün bir şeyler biraz daha zorlaşmaya başladığında planlardan ve hayallerden vazgeçmek daha kolay oluyor ama zorladıktan ve direttikten sonra çıkan iş bence daha güçlü. 

El: Belki de resmedilen bu anlara tam da bu dönemde ihtiyacımız var. Bu gerçekten bir noktada direniş şekli çünkü beslendiğimiz yer kesinlikle sanat. Bir nevi bütün sergi iyileşme üzerine kurulmuş gibi. Geriye bakıp aslında biz iyiydik ve iyi olduğumuz zamanlar vardı diyoruz. Tam da şimdi insanları buraya çağırarak bunu paylaşmak daha değerli gibi geliyor. Bu dönemde üretmek, yaratmak, tutunmak ve o umutsuzluğun seni sarmasına izin vermek değil de, bu anlara bakarak burada bir alan açmak ve bunu paylaşmak…

 

Sergide su ve güneşin birleşimiyle karşımıza çıkan bir “yeniden doğma” fikri var. Bu birleşim ana rahminde olmayı, başa dönmeyi çağrıştırıyor. Bu temaya bir de bu açıdan bakabiliyoruz aslında.  

SABO: Yeniden doğma fikri biraz daha manevi bir şekilde ortaya çıktı. Bütün yaptığım işlerin evrilen, değişen bir durumu var. Bence kendim de bu süreçte onu yaşadım ve bundan dolayı serginin o fikirle uyuşması beni heyecanlandırdı. Bunlar çok daha fazla tarzımın dışına çıkan ve değişen işlerdi. Burada bir performansta olduğu gibi bir değişimden bahsetmiyoruz. Bu daha çok düşünceler ve üretim fikirlerindeki kapıları değiştirmeye, o duyguları anlatmaya odaklanan bir durum. “Yeniden doğma” fikrini dansla işlemek, izleyiciye anlatmak daha kolaydır ama tentür yapan biri için bunu göstermek biraz daha zorlaşır. Bu duyguyu tam olarak yansıtabilmek için serginin kuruluşundan insanların katılımına kadar detayları çok iyi düşünmek gerekiyor. 

 

Savior (Kurtarıcı)

 

Bu açtığın zaman dilimindeki umudu andaki mutluluğa nasıl taşıyorsun, sergi ziyaretçilerinin nasıl taşımasını istersin? 

SABO: Herhangi bir işi yaparken veya üretirken oradaki bütün detayların, bütün konunun, bütün parçaların çok net bir şeyler söylemesi fikri beni çok heyecanlandırmayan bir durum. Bu hayali dünyayı yaratma fikri de orada ortaya çıkıyor. Ele aldığım ya da üretirken yardım aldığım o fotoğraflar, anılar, yazılar ya da görseller ve filmler çok net bir şekilde kendini göstermiyor. Bu dünyanın içerisinde figürlere dönüşerek kendilerini hissettiriyorlar daha çok. Sergiyi gezen kişilerin o duyguyu kendi anılarıyla şekillendirerek, birleştirerek hissetmesi daha hoşuma gider. Burada bir konu etrafında bir sergi sunuyoruz. Bu serginin hissiyatını anlatmak istediğimiz kısımlara kadar anlatıyoruz ve sonrasında tamamı izleyicinin o enerjiyi nasıl sağlayacağına, kendisiyle nasıl birleştireceğine bağlı bir şeye dönüşüyor. Bu düşünceyle sergi kapanmaya yakınken arkadaşlarımla konuştuğumda her birinin hissettiklerini dinlemeyi seviyorum, çok farklı taraflardan geliyor düşünceleri. Özellikle Paracetamol’de bunu çok yaşamıştım çünkü biraz daha benimle ilgili bir sergiydi, oradaki her bir işin hikayesi çok daha farklıydı. Yani benim yaşadığım, anlattığım hikaye ve onları izleyen kişilerin hissettikleri çok farklıydı. Bazıları için mutlu anlar, diğerleri için mutsuz durumlar çağrıştırmış, bu hikayeleri onlardan dinlemek güzel oluyor. 

 

Paracetamol serginde kırmızı, Time Machine‘de prusya mavisi, Golden Hours‘da ise turuncu ve sarı tonlarına odaklanan eserlerle karşımızdasın. Özellikle bir sanatçı olarak renkler sana nasıl konuşuyor? 

SABO: Bu açıkçası planlı olarak ilerleyen bir şey değil. İncelediğim, takip ettiğim ya da gezdiğim, gördüğüm, sevdiğim insanların yaptığı işlerden bana yakın olanların renkli olması benim dünyamın renkli olduğunu hissetmeme neden oluyor olabilir. Her serinin mutlaka şu rengi olmalı diye başladığım bir durum da yok. İşler bir araya gelince renkleri kendi kendine hissettirmeye ve onlarla eşleşmeye başlıyor daha çok. Eserlerle birlikte geçirdiğim zamanla beraber ortaya çıkan bir dengeye dönüşüyor ve o denge bence çok önemli. Resmin kompozisyonu kadar o harmoni ve renk dengesi de önemli. Biraz daha içsel gelişen, kendi atölyemde resmetmeye başladığımda ortaya çıkan bir süreç. Eskizi yaparken siyah beyaz yapıyorum aslında, o yüzden renkleri tuvalle başbaşa kalınca, bende bıraktığı etkiye dayanarak ekliyorum.

 

SABO, Paracetamol sergisinden “Franny and Zooey, Salinger” eserinin önünde

 

Önceki sergilerine kıyasla, senin için  “Golden Hours” sürecini tanımlayacak teknik farklılıklar ne oldu? 

SABO: Ben genellikle yağlı boya çalışıyorum, yağlı boya işler yapıyorum ama bu demek değil ki farklı şeyler denemekten çekiniyorum. Özellikle her yaptığım seriyi düşününce, o serinin içerisinde o duyguyu biraz daha rahat bir şekilde anlatabileceğini hissettiğim herhangi bir malzeme varsa o malzemeyi denemek benim sevdiğim ve sonucunu merak ettiğim bir süreç. Time Machine’de seramikle ilgili biraz çalışmıştım,  o dönem ilgilendiğim ve sonucunu merak ettiğim bi medyumdu bu. Bu farklı materyalleri yaptığım sergilerde bir araya getirme fikri hoşuma gidiyor aslında. Bu denemeleri sergiye ya da projeye dahil etmeyi seviyorum. O yüzden de o etkisini arttıracak, o sözü arttıracak bir malzemeyle tanışırsam onunla ilerlemek ve detaya değinmeyi tercih ediyorum. Golden Hours’da daha çok özüme döndüm diyebilirim. Tuval, yağlıboya, tamamıyla en temel eğitimini aldığım ve öğrendiğim medyumlar. 

 

Golden Hours sergisini, 28 Ocak 2023’e kadar Versus Art Project’te ziyaret edebilirsiniz. 

“GOLDEN HOURS”: SABO İLE GEÇMİŞTEN GELECEĞE AKAN BİR HAFİFLİK HAYALİ Sayısını Okumaya Devam Et