YASEMİN ARIN’LA MESAİ SONRASI MÜZİK

Röportaj: Mina Aslan

Fotoğraf: Can Görkem

calling Pop-up x Dane’de ilk solo performansını gerçekleştiren müzisyen konuğumuz Yasemin Arın’la dostluk, müzik, iş hayatı ve tutku arasında mekik dokumak ve sevgi dilleri üzerine içten bir sohbet gerçekleştirdik.

Selam Yasemin, yakın zamanda Dane Gökova’da ilk solo performansını gerçekleştirdin. Nasıl bir deneyimdi?

Benim için baya özel bir deneyimdi. Orada konserin sonunda da söylediğim gibi; ilk solo performansımdı ve böyle hep ‘’Kimseye bağlı olmak istemiyorum, kendi müziğimi kendim yapıp bir şekilde yeterli olmak istiyorum’’ diyordum ama bir şekilde hiç ona cesaret edemedim diyeyim, sonra beni Taycan arayınca gerçekten denk geldi: ‘‘Sen de Akyaka’ya geliyor musun? Biz böyle böyle bir şey düşündük ama, ister misin?’’ Tamam dedim, vakti gelmiş herhalde, deneyelim. Hani bir de güvende hissettirdi beni, Dane zaten bayıldığım bir yer yani. ‘‘Tamam ya olur, aile ortamı gibi zaten, hallederiz’’ moduyla giriştim, ve hakikaten de öyle geçti. Tabii ki çok heyecanlıydım başta ama insanların etkileşimi… Orada bir alan tutabildim gibi hissettim. En değer verdiğim şeylerden biri de o, sadece tek taraflı bir paylaşım değil de hep birlikte bir şey yaşıyor olmamız. O yüzden gerçekten çok keyifliydi.

 

Müzikal ilhamların neler, soundunun yapıtaşları nedir? Ben akustik bir bedroom pop esintisi alıyorum.

Aslında ilham farklı yerlerden geliyor her zaman ama bu aralar biraz üstünde durduğum bir konu var. Genelde benim o yaratıcı sürecim biraz şey gibi… Hep yazarım, küçüklüğümden beri yazıyorum ama aslında son 3-4 senedir filan şarkı yazıyorum. Ondan önce biraz daha cover vesaire modundaydım. Yazdığım şeylere dair zorlandığım şey şu; çok fazla duygu yüklüyken ve her şey çok tazeyken yazıyorum. Onları yazıya dökmek bir dert, sonra onları müzikal bir hale getirince hissettiğim şey şuydu; ‘‘Orada benim için çok önemli bir şey var ve bütün o hissi bir şekilde kelimelere dökmeye çalışıyorsun, keyifli ve dinlenebilir bir hale getirmeye çalışıyorsun.’’ Ondan en başta çok çekiniyordum. ‘‘Bunu böyle lay lay lom dinlemek okey değil ya, ben burada çok fazla şey hissediyorum’’ gibi hissediyordum. Sonra onu minik minik yapmaya başlayınca demin de değindiğim şeyi fark ettim; orada birlikte bir şey yaşıyoruz. Entertainment ötesi bir beraberlik ve bir histe buluşmak var. Beni motive eden en büyük şey o bu arada, kesinlikle yani. Baştaki yaratıcı süreç için yoğun duygular yaşatacak bir şey deneyimlemiş olmam gerekiyor. Bu aralar düşündüğüm konuysa şu ki; hep hüzünlü bir yerden bir akış oluyor. Özellikle insan olarak, ama Türk halkı olarak da hüzün ve melankoli seviyoruz. Çok önemli oraları konuşup orada buluşabiliyor olmak ama sanki biraz daha neşede de buluşmak… İçimden öyle şeyler geçiyor şu an. Yok değil daha neşeli şarkılarım ama bu ara böyle o birlikte neşenin de üstünde durabiliriz ve dursak güzel oluru düşünüyorum. 

 

 

 

Fiona Apple da benzeri bir şey demişti sanırım. Her şeyi hissediyorum, ve şarkılar da buradan dökülüyor minvalinde… Sana acaba ilk şarkını sorsam hatırlar mısın?

İlk şarkımın hikayesi baya komik bence. Dört senedir falan yazıyorum diyorum ama bu daha da önce, lise birde. Bir erkek arkadaşıma yazmıştım. Nota filan da hiç bilmiyorum, hala da bilmem, o zaman da bilmiyordum. O zamanlar gitar böyle tutoriallardan bakıp ‘‘Aa buralara basıyormuşuz’’ diye çaldığım bir şey… Kendi yaratıcılığımı kattığım bir yerim de yoktu. Bu şarkının sözlerini dertlenip kendi kendime yazdım, sonra bir baktım şarkı gibi kafiyeli oldu. Ben bunu şarkı gibi söylemeye çalışsam ne olur diye düşündüm. Hiç unutmuyorum yazlıkta bir arkadaşımın evindeydim. Herkesten kaçtım, çatıya çıktım tek başıma sesli notları açtım deniyorum hani böyle olur mu filan… Ve tamamen vokal yani. Türlü diye bir şarkı bu arada, o zaman adı yoktu tabii. Öyle bir şey çıktı ki çok beğendim, nedense ben bunu Yalın’a mail attım. Hani onun böyle yaz, aşk filan moduna gider gibi geldi. İnternette bir yerden bir mail buldum Yalın’ın olduğuna inandığım. Ona o sesli notu iliştirip ‘‘Ben gitar çalmayı bilmiyorum, böyle bir şey yazdım. Siz bunu alıp istediğinizi yapabilirsiniz, size yakışır gibi hissediyorum’’ filan gibi bir şey yazdım. Bir geri dönüş olmadı, beklemedim de yani ama böyle bir anısı var. Onun ismi de… Biraz konudan konuya atlamış olacağım ama isim konusunda rezaletim yani. Çünkü o dediğim olay; bir hissim var, onu bir yazıya döktüm şimdi bir de oradan onu temsil eden başka bir kelime bulmam lazım. Aşırı zorlanıyorum o yüzden saçmalıyorum, işte Türlü, ne alaka… İlk şarkım Türlü, ikinci şarkım Ayran, üçüncü şarkım Çay filan. Hani yemek set menü filan gibi bir durum var. 

 

 

Bir öğünümüzü yemiş üstüne çayımızı da içmişiz… Solo performansından önce de Batuhan Polat’la sahne alıyordun. Nasıl bir araya geldiniz? Birlikte ürettiğiniz şeylerle solo işlerin arasındaki sound farkı nasıl sence?

Yani Batuhan’la ben iki sene önce tanıştım… Bizim bir köy evi var, orada karşılaştık yani. Birileri arkadaşlarını çağırmış böyle bir buluşma var. Bir arada olalım filan diye toplaşmışız. Ben de ondan bir hafta önce kuzenimdeyken kuzenim ‘‘Ya sen bu kadar müzikle ilgileniyorsun, Türkiye’de kimleri dinliyorsun’’ demişti. Saymıştım. ‘‘Batuhan diye biri var onu açayım sana’’ dedi. Yani şimdi ‘‘Batuhan Polat’’ diye şarkı söyleyen Türk bir çocuk yani ister istemez aklımda bir fikir var. Yaşıyor muyuz biz diye bir şarkısını açtı. Ben ağlamaya başladım. Adını duyunca kesin yine böyle rockımsı bir şeyler yapan, kesinlikle bağlantı kuramayacağım biri çıkacak falan diyordum ama böyle yumuşacık feminen bir yanı var ya, büyülendim. Sonra Instagram’dan stalkladım kimmiş bu diye. Teyzeme söylemiştim ‘’Ya, böyle bir çocuk var bayıldım’’ diye. Meğersem o gün bana çaktırmamış ama bir-iki yıl evvel Conference of Birds diye bir festivalde Batuhan’ı dinlemiş, tanışmış ve bana yollamış ben İtalya’dayken, ‘‘Yasemin bu çocuğu çok seversin’’ diye. Ben de Batuhan’ı dinleyip ‘‘Pek sevmedim’’ demişim. İşte teyzeme söyleyince ‘‘Böyle bir çocuk buldum’’ falan diye fark etmiş ki ben hiç hatırlamıyorum. Oraya davet etti ve arabadan bir indim Batuhan bana sarılıyor… Orada tanıştıktan sonra çok sevdim zaten. Tanıştık, şarkı söylediğimi öğrendi, oturttu beni ‘‘Şimdi ben sana ilk şarkımı ve son şarkımı çalacağım. Sonra sen bana ilk şarkını ve son şarkını çalacaksın’’ dedi.  Benim o zamanlar zaten iki şarkım var. Sonra ben ondan vokal ve gitar dersi almaya başladım. Baya yakın arkadaş olduk yani, zaten kız arkadaşıyla yaşıyorum. Üçümüz böyle komün bir haldeyiz. Sound’a gelince, gitarımı hiç doğru düzgün bir eğitim almadığım için hiç yeterli bulmuyordum. Ses zaten bir şekilde akıyor içimden geldiği gibi ama gitarda bir yere kadar. Sıkıştığında o araçları bilmen lazım. Dolayısıyla ilk arkaoda’dan konser teklifi gelince ‘’Batuhan ya’’ dedim -hani bir yandan da utanıyorum sormaya çünkü herif bir müzisyen yani, şimdi gelip işte no name birine gitar çal demek de istemedim ama bir yandan da arkadaşım, belki de en güvendiğim insan diyebilirim müzik konusunda. Ona ‘‘Ya ben tek çalmak istemiyorum bir gitarist olsa iyi olur, senin aklında biri var mı?’’ diye sordum. O da ‘‘Yasemin saçmalama, seninle ben çalacağım tabii ki’’ dedi. Batuhan’la bence ikimiz hem sahne presence’ı olarak hem müzikal olarak başka bir şeyiz. Yani o aslında sadece benim şarkılarımı icra etmeme yardımcı oluyor ve gitar ve back vokal desteği veriyor. Bazen producer gibi de burayı böyle yapalım filan da diyor, çok hoşuma gidiyor. Tek olunca fark ettim ki sound’u müzikal olarak çok başka bir yere götürüyor, kuvvetlendiriyor. Ve benim o sadelik ihtiyacımı da bozmadan çok güzel nüanslar ekliyor bence Batuhan. Müzikal olarak kesinlikle daha iyi, onunla sahnede olmak da çok zevkli çünkü benim içimdeki böyle komik tarafı, onla günlük interaksiyonumda ve  sosyal hayatımda olduğum kişiliği de daha kolay seyirciyle kurmama yardım ediyor çünkü en yakın arkadaşlarımdan biriyle sahnedeyim. O da enteresan oluyor, şarkılar biraz düşürebiliyor ama şarkı aralarında komik sohbetler dönüyor baya. Konser sonunda ‘‘Şimdi stand up’a mı geçiyoruz?’’ falan demişti seyirciler. Batuhan orada olmasa o kadar rahat olacağımı düşünmüyorum. 

 

Son zamanlar nelerle meşgulsün? Müzik dışında ilgi alanların neler, bildiğimizin dışında kimdir Yasemin?

Yasemin… İşte son iki yıldır ATÖLYE’de çalışıyorum. Burada çok mutluyum aslında. Full time bir işim var, komik olmayan Hannah Montana şakasına tutuldum bu aralar kendim çok komik olduğuna inanıp insanlara söylüyorum. Sabah gelip full time ATÖLYE’de full time iş, sonra çıkıp bir şekilde müziğe tutunmaya çalışmak filan gibi bir hayatım var. Bu ara aslında zorlandığım bir şeye değindim, hayatımda müzik ve iş dışında çok bir şey yok. Şöyle düşün, hafta içi zaten 9-7 çalışıyorum, sonrasında zaman kalsa mecal kalmıyor. Biraz sosyallik filan işte… Moda’da yaşıyorum, Moda zaten böyle yer. Çıkıp böyle biriyle karşılaşıp, ‘‘Okey bu gece de böyleymiş, bu insanlaymışım’’diye biraz daha kafa dağıtmayla geçiyor. Hafta sonu biraz daha müziğe zaman ayırabildiğim bir alan oluyor. Müziğe daha fazla zaman ayırmak istiyorum çünkü mesela Dane’deki konserden de sonra ‘‘Yok mu kayıt, nereden dinleyeceğiz’’ filan dediler.  Vakit ayırmam lazım, onu yapamıyorum şu an. Ve hep bir düzene oturacak diye bekledim ama işle ilgili böyle yurt dışında da gidip geliyorum filan bu sözler veriyorum tutamıyorum, biraz zorlanıyorum. Onu oturtsam baya sevineceğim. 

 

Modern hayatın cambazlığı biraz, bütün karpuzları bir koltuğa sığdırmaya çalışmak. ATÖLYE’de neler yapıyorsun peki?

Ben endüstriyel tasarım okudum İtalya’da ve böyle çok endüstriyel tarafında değilim işin, hiçbir zaman da istemedim. Politecnico’da okudum, çok teknik odaklı bir okuldu ve seni baya seri üretime hazırlıyor gibiler, çok ürün merkezliydi. Daha çok bu servis tasarımı ve deneyim tasarımı diye geçen kısmına ilgi duydum, yeni ve  çok dallanıp budaklanan bir şey. Human Centered Design diye bir metodoloji var, onun çerçevesinde ürün tasarımından ziyade -daha meta olarak adlandırıyorum- biraz daha servis tasarımı açısına yakınız. ATÖLYE de üniversite yıllarında filan duyup nasıl ya İstanbul’da bunu yapan bir yer mi var filan diye baya şaşırdığım bir yerdi. Türkiye’de yeni doğan bir şey olduğunu biliyorum, IDEO diye bir şirket var, onlarla aynı kolektif içindeler. Buraya geldiğimden beri de demin bahsettiğim sistem tasarımı, deneyim tasarımı Human Centered Design kısmıyla uğraşıyorum. Şu an Akademi tarafındayım, ATÖLYE üçe bölünüyor. Bir Creative Hub var, var biraz daha etkinlikler kendi komünitesi var ATÖLYE’nin, orası gibi. Bir Stüdyo var, daha böyle hani tasarımsal projelerin çözüldüğü. Biz de işte Akademi’de takip ettiğimiz metodolojiyi bize bir tasarım problemi ile gelen şirketin yüksek potansiyelli elemanlarının elinden tutarak o adımları gösteriyoruz, ki onların bize geldiği tasarım problemini aslında onlar çözsün, biz destek verelim. Hani biraz danışmanlık diyip geçen insanlar oluyor ama ben daha farklı bir yerde durduğuna inanıyorum. Çünkü oradaki amaç da hani o insanların bu metodolojiyi anlaması ve sonra kendi şirketlerinde bize ihtiyaç duymadan bunu replike edebilmesi aslında.

 

 

 

Birazcık daha hisli bir soruyla kapatalım. Herkesin kendine has bir sevgi dili var, seninki nedir?

Benim sevgi dilim… İsteyerek ya da bilerek yaptığım bir şey değil ama galiba benim sevgi dilim yardım etmek. Mesela arkadaşına dert yanarsın ya, sadece belki de şımarıklık yapıp zırlamak istiyorsundur filan. Benim böyle bir kasım var böyle hani durup ‘‘Evet ya, ne kötü yapmışlar’’ filan demek yerine ‘‘Hmm, bir dakika şimdi şunu nasıl çözeriz, durum şu…’’ gibi bir yere geçiyorum. Hiç bununla ilgili kötü bir tepki almadım ama geçen gün biri bana bunu yapsa ben istemezdim yani diye düşündüm, hani ben şu an sadece zırlamak istiyorum derim filan. Ama sonradan anladım ki gerçekten o benim sevgi dilim. Şöyle bir yere bile çıkabilir; sen bir dert anlatıyorsan ve ben bunu çözmeye çalışmıyorsam, seni belli ki o kadar önemsemiyorumdur. Çünkü öyle bir kas oluşuyor, sevdiğim insanların hayatları iyi olsun istiyorum, mutlu olsunlar istiyorum. Ve bunu da galiba bir şekilde yardım etmeye çalışarak yapıyorum. Efektif bir sevgi dili olmayabilir, o yüzden dile getirmeye özen gösteriyorum.

YASEMİN ARIN’LA MESAİ SONRASI MÜZİK Sayısını Okumaya Devam Et